islami hassasiyet
Salı, Şubat 28, 2006
  [islami-hassasiyet] İMAN SORUMLULUĞU MU? İMAN SORUNU MU?


  İMAN SORUMLULUĞU MU? İMAN SORUNU MU? 

         Ramazan Kayan


İman etmenin bir anlamı da Emredenin emrine muhatap olmaktır. Böylece emrolunanı idrak ve tatbik etmektir.

İman, emre amade olmaktır… Emri ”işittik ve itaat ettik” teslimiyeti ile karşılamaktır... Gelen emir üzerinde fikir yürütmemek, yorum yapmamak, tartışma başlatmamaktır. İmanın özüne inmek, hazzına ermek ancak bu yolla gerçekleşir. İman iddiasında bulunan her insan, bu iddianın ispatı için sürekli şu soruyu sıcak bir gündem edinmelidir.

“İmanım bana ne emrediyor ?”
Şayet iman kupkuru felsefi kurumların, kelami münazaraların, teolojik tartışmaların, akademik çalışmaların tez konusu olmanın ötesinde bir anlamı, bir mesajı varsa, işte o nedir?

İmanı doğru algıladığımız zaman göreceğiz ki, peygamberin bile belini büken, saçını ağartan bir “istikamet” istiyor:

“Emrolunduğun üzere istikamet üzere ol.” (Hud-112)

Sahih bir itikattan, sağlam bir istikamet çıkıyor… İmanın sunduğu kıble ile yüz yüzeyiz… Akidenin belirlediği kırmızıçizgiler müminleri kuşatıyor. İmanın emrettiği her şeyi bu çerçeveye taşımakta imanın gereğidir.

Hayatı imana göre biçimlendirme
mecburiyeti altındayız… Her mümin imanı kendi kişiliğine giydirmek durumundadır. Kişilikler, kimlikler imanla ne kadar ayniyet kazanırsa, ,iman hükmünü o nispette yürütmüş olur… İmanın vücut bulması bu yolla gerçekleşir. İmanın dokuduğu şahsiyet böylece var oluşunu tamamlar. Tevhidin inşa ettiği insan boyasını Allahtan almıştır...

Kıvama gelince ete kemiğe bürünen iman, şahitlik ve halifelik misyonunu icra eder.İşte bedevilikten kurtulmanın yolu da budur…

İman,”Allah bana yeter” inancı ile yetersizlikleri yenmektedir. O iman ateşi Nemrut ile de sınansa yine de minnet etmeyecektir.”Yuh olsun size ve Allah’tan başka taptıklarınıza demekten geç durmayacaktır.

İman bir meydan okuyuştur, bir baş kaldırıştır Tuğyana… “La” bilinci ile sahteliklere, sapkınlıklara, sömürülere karşı duruştur.
İnsanlık ”La” inancını kuşanmadan başını taştan taşa vurmaktan kurtulamayacaktır.”İlla”nın itminanına ulaşmak için “la” nın gerekleri üzerinde duracağız “İlla” ile gerçekleşecek bir teslimiyet, itaat.

Mü’minin imanı nerede bir zulüm varsa, o zulme karşı gücü oranında “dur” deme sorumluluğu altındadır… Aksi takdirde “dilsiz şeytan” olma riski ile imanını tehlikeye atacaktır.

Münkere tepkisizlik, imanla bağdaşmıyor. Yalnızca “kalben buğz” ile yetinmek… İşte imanın en zayıf noktası… Bundan ötesi hardal tanesi kadar bile imandan eser yok. Münkerle barışık, harama hoş görülü söylenecek bir şey kalmıyor.

İman, Allah’ın her işimize karışıyor olmasıdır. Hayatı komple Allah’a açmaktır. Hayy olanın hayata müdahalesidir…

Azim olan Kur’an da bir dizi “Ey iman edenler!”hitabı ile başlayan ayetler vardır.
Söz konusu olan bu “Ey iman edenler!” den kastedilen yalnızca Kur’an’ın nazil olduğu dönemin iman edenleri mi? Yoksa bu güne, bize kadar uzanan bir tarafı var mıdır? İman edenler derken örneklemelerimiz hep ensar ve muhacir üzerinden mi olacak? Bu ahkâmın yüzde kaçını pratiğimize taşıyabildik?

Akide ile gelen sorumlulukları kim yok sayabilir? İtikatla başlayan yaşam biçimini kim atlayabilir? Tevhidin sosyal hayata getirdiği disiplini kim devre dışı bırakabilir? Böylesi bir cürüme cesaret edeni, kim iman dairesinde görebilir ki?
İmanı vicdanla sınırlamak isteyenleri salvolarını karşılıksız bırakmayız…
Ne acıdır ki; bu gün “amentü” süz bir hayatın kıskacında sekülerize (dünyevileşme) marazına açık duruyoruz…
Fıtratla savaş halinde olan beşeri ideolojilerin, yeni ”amentü” dayatmaları hüsrandan başka bir şey değildir… Light amentü… Protestan amentü… Liberal amentü… Kalvanist amentü… Modern amentü… Ilımlı amentü neyi hedef alıyor?

İmanın çizdiği sınırlar gittikçe ulaşıyorsa tehlike ciddi demektir…

Kişiliğimize imanın yansımasın da bir bütünlük görüyor muyuz? Yoksa bir parçalanmışlık mı yaşıyoruz? Bu durum kişilik ve kimlik parçalanmasıdır.
İmanla kazandığımız kimliğe baksanıza! Riya sormalında, nifak girdabında insanımız nereye savruluyor?

Bu savrulmaları savmak için şu soruları kendimize sürekli soracağız…
“İman ettiğim Rabbimle ilişkilerim ne kadar sağlıklı?” Allah katında ne olduğumuzu tespitle işe başlayabiliriz… Peygamberimiz (sav) buyurmuyor mu?

“Sizin hayırlarınız görüldükleri zaman Allah (cc) ın hatırladığı kimselerdir.”

Gerçekten varlığımız neye çağrışım yapıyor? “İman ettiğim Resul’le aynılaşma, bütünleşme, buluşma becerim nedir?”
İman bağlamında Resulullah’a karşı olan sorumluluklarımızdan kaçabilir miyiz?
Kuran’ın beyanı çok net:

“Hayır; Rabbine ant olsun ki aralarında çıkan anlaşmazlık hususunda seni hakem kılıp sonra da verdiğin hükümden içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın (onu) tam bir teslimiyette kabullenmedikçe iman etmiş olmazlar.” (Nisa–65)

Resulullah Efendimiz hayatımızın ne kadar içinde?

Birde kendimizi onun kantarına vuralım:
“sizden biri beni babasından, evladından ve bütün insanlardan daha çok sevmedikçe iman etmiş sayılmaz.”(Nesai)

“İman 70 küsur şubedir…” bilgisini Peygamber bize ulaştırıyor…

“Lailaheillallah” diyerek yakalanan tevhit bilincinden insanlara eziyet veren şeyi yoldan kaldırıncaya kadar uzanan sosyal sorumluluk ve yaşam disiplini sunuyor…
İmanın her bir şubesi hayata farklı bir güzellik katıyor…

Sizden biri “ Arzuları, benim getirdiğime tabi olmadıkça iman etmiş sayılmaz.”
İman yoklamamızı şimdi daha isabetli yapabiliriz…

Hobilerimiz, hesaplarımız, heveslerimiz, hazlarımız, hırslarımız… Hep ona tabi miyiz?
İman ettiğim Kitabıma karşı hukukum, ilgim ne düzeyde? Kuran’ın dünyasına girebiliyor muyum? Yoksa kuran dışı dünyalarda mı geziniyorum?

Şu ayet ne kadar sarsıcı değil mi?

“…Yoksa siz Kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz?”(Bakara–85)
Kendimizi bu dünyayla sınırlamak… İmanımız buna izin verir mi? Hayır! Hayata Ahiret penceresinden bakabiliyor muyuz? Haşr üzerinden hayatı inşa etme bilincimiz var mı? Kıyamet bağlamında yaşama bir kıvam kazandırma çabasında mıyız?

Ahiret bilinci… Hesap endişesi dünyamıza anlam ve ruh katacaktır… Ahiretin öne çıktığı, dünyanın yedeğe alındığı bir zeminde imanın farkı ve gücü belirecektir…
İşte o zaman ; “güneşi sağ elime, ayı sol elime koysanız da…” diyenin ne demek istediğini daha iyi anlayacağız…

Bedenlerini ateş dolu hendeklere gömüp, akideleri ile sonsuz esenliğe yürüyenlerin sıcak nefeslerini hissedeceğiz…

Zorbaların merhametine değil, mağaraya sığınanlarla aynı yolun yolcu olduğumuzun heyecanını yaşayacağız.

Arkadan yırtılan gömleklerimiz imanımıza tanıklık edecek… Çünkü iman aynı zaman da hayâ demektir… Hayâ ile zinetlenmesi imanın dışa vurumudur.
Gelen emir üzerine bıçaklara yatmayı cana minnet bileceğiz…

“Babasıyla birlikte yürüyüp gezecek çağa erişince: Yavrucuğum! Rüya da seni boğazladığımı görüyorum; bir düşün, ne dersin?” dedi. O da cevaben:”babacığım, emrolunduğun şeyi yap. İnşallah beni sabredenlerden bulursun.”dedi” (Saffat–102)

Ona yakışanda emrolunanı yapmaktı… Halil olmanın yolu bundan geçiyordu…
Çünkü iman adayıştı… Adamaktı… Ömrümüzü adadığımız değerleri hatırlayalım.
Burada kısmi değil külli… Zanni değil kati… Sathi değil asli… Şekli değil şer’i… Taklidi değil hakiki… Resmi değil kalbi bir iman… İzne bağlı olmayan özgür bir iman… bu imana kim ne yapabilir?

“(Firavun) şöyle dedi: ben size izin vermeden Ona iman ettiniz. HA! Muhakkak O size büyü öğreten büyüğünüzdür. Şimdi ellerinizi ve ayaklarınız çaprazlama keseceğim ve sizi hurma dallarına asacağım! Böylece, hangimizin azabının daha şiddetli ve sürekli olduğunu iyice anlayacaksınız.”
“Dediler ki: “ Seni, bize gelen açık mucizelere ve bizi yaratana tercih edemeyiz. Öyle ise yapacağını yap! Sen, ancak bu dünya hayatında hükmünü geçirebilirsin?” (Taha -71–72) Gelen ölüm bile olsa, ne gam!

İman sonsuz bir imkân… Muhteşem bir servet.
İmanla doğan bir kuvvet… Bir heybet… Bir izzet… Bir enerji… Bir aksiyon… Bir ufuk… Bir aşk… Bir derinlik… Bir incelik… Bir estetik… İşte imanın farkı…
Şimdi imanımız yoklayacağız… Bu imanın neresindeyiz?

İnancımızın caydırıcı gücü var mıdır? Yaptırım gücü var mıdır? Çekim gücü var mıdır? Koruyucu gücü var mıdır?
Korkularımız umutlarımızdan neden daha fazla? Beşeri korkuların mümin yüreklerde bu boyutlarda yer bulması sizce normal midir?

“…Yoksa onlar (kâfirler) den korkuyor musunuz? Eğer (gerçek) müminler iseniz, korkmanız gereken yalnızca Allah’tır.”(Tevbe–13)

Psikolojik savaş yöntemlerinin yaşattığı korku sendromu kronikleşirse iş nereye varır?

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.”(Ali İmran–175)

Korkarım ki; bu korku korktuğumuzu başımıza getirecek…
İman, umut demek değil miydi? Tartışılmaz üstünlük anlamına gelmiyor muydu? O halde bu karamsarlıkta ne oluyor? Bu yenilgi travması aşılmayacak mı?

“Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer imin etmişseniz üstün gelecek olan sizsiniz.” (Ali İmran 139)

Bu üstünlüğün yolu hangi çizgiyi sürdürmekte saklı? Kur’an haber veriyor:
“…O halde siz (gerçek) mü’minler iseniz Allah’tan korkun. (İyilik ve adalette) aranızı düzeltin. Allah ve Resulüne itaat edin.”(Enfal–1)

İttia, itaat ve ıslah…
Dostluklarımızın ölçüsünü koyan kim? Velayet sınırlarını belirleyen kim?
“Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden olay ve oyun konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Allah’tan korkun; eğer mü’minler iseniz.”(Maide–57)

İtikat velayet ilişkisi toplumsal yaşama şekil veriyor…

Tevhidin çizdiği bu sınırda sağlam durmayan, sebat etmeyen kendi sonunu hazırlamış olacaktır… İman kararlılık ister. İman bir irade sınavıdır… İmanın beslediği güçlü bir irade ile duruşlarını netleştirmeyenler, çözüldüler. Kimi korkuya, kimi çıkara, kimi şehvete, kimi siyasi hırsa yenik düştü…

Cumartesicilerin imanı balıklara takılı kaldı, aşamadılar… Akideyi balığa takas ettiler. Artık onlar söze ihanet edenlerdi… Gerçi onlar işi kitabına uydurmuşlardı. Fakat kitaba ters düşmüşlerdi.
Bundan daha kötüsünü yapmışlar mıydı? Samiri’nin buzağısı zihinlerini nasıl çelmişti kalplerini nasılda bozmuştu… İşin daha da ilginci, tüm bu çirkinlikleri iman adına yapıyor olmalarıydı… Musa’nın Rabbidir diyerek buzağıyı kutsuyorlardı. İşte imana ihanetin iğrenç yüzü…

“ Hatırlayın ki sizden söz almış da Tur’u üstünüze kaldırmış 2Size verdiklerimizi kuvvetlice tutun, söylenenleri işitin .” demiştik. Buna mukabil “iştik ve isyan ettik.”dediler. Küfürleri sebebiyle kalplerine buzağı sevgisi içirildi. De ki, eğer inanıyorsanız, imanınız size ne kötü şeyler emrediyor!”(Bakara–93)

Evet, ifade aynen böyle: “İmanınız size ne kötü şeyler emrediyor?”

Kalpler buzağı sevdası ile bütünleştikten sonra, imanı nasıl taşıyacaksınız? Buzağı severlik iliklerine işliyor… Gelin görün ki, öyle bir yüzsüzlük ki imanı da dillerinden düşürmüyorlar… İsyanlarını, imana ispat ediyorlar…

Bu nasıl iman ki, zulüm içeriyor… Şirkle sentezleniyor. Küfür kokuyor…
Pazarlık konusu akide… İnanç değerleri üzerinden gerçekleşen sadece açık arttırmalar…
Merak ediyorum Samiri’nin buzağı kıssası o güne münhasir miydi? Acaba bugünde kimliklerine İslam yazdırarak aramızda dolaşmıyorlar mı? Dinden yırtarak dünyayı yamalı bohçaya çevirmek midir, Müslümanlık?
İmanla çelişmeden, emirleri hayata taşımamız isteniyor aksi takdirde Ehl-i Kitabın akıbetine duçar olmaktan kurtulamayız… Evet, emredileni sulandırmadan, savsaklamadan, sümen altı etmeden…

İşte bu tehlikelere dikkat çeken Resulullah (sav) imanın sorumluluk olanlarına önemle vurgu yapıyor… İman bizden ne istiyor? İman bağlamında gündemimize taşınan neler var? İmanın inşa ettiği insan kimdir, nasıldır?
Yaşadığımız hayatta imanımızın yansımalarını görmemiz gerekiyor… İmanımızın dünyamıza etkisi nedir?
Müminlerin kardeş olduğunu öğrendikten sonra nasıl bir hukuk omuzlarımıza biniyor?
“Canımı elinde tutan Allah’a yemin ederim ki; bir kul kendisi için istediği hayırları kardeşi içinde istemedikçe iman etmiş sayılmaz “buyuruyor, Allah’ın Habibi…
Kendisi için ağlayan Müslüman, kardeşi için de ağlamadıkça imanı ile çelişmekten nasıl kurtulur?

Yeryüzünde akan kan bizim kanımız. Yıkılan haneler yine bize ait… Bu kan ve hüzün karşısında imanımız nasıl bir tepki veriyor? Kardeşlerimizin ölümü yüreklerimizi ne kadar acıtıyor? Yüreklerimizde mi bir sorun var? İmanımızda mı bir aksaklık var? İman etmedikçe cennete giremezsiniz. Birbirinizi sevmedikçe iman etmiş sayılmazsınız “ (Müslim Tirmizi)
Kendi açlığının sancısını çektiği kadar, Müslüman kardeşinin açlık sorununa duyarlılık göstermediği takdirde kendisi ile tezada düşmekten kurtulamaz.
“Yanında komşusu aç olarak sabahladığı halde kendisi tok olarak sabahlayan kimse iman etmiş sayılmaz.”

Dünyadaki açlık sorununu imandan ayrı düşünemiyoruz.
İman dürüst bir kimlikle kendimizi kanıtlamamızı istiyor. Bencilleşmeye, bireyselleşmeye benmerkezci belalara karşı uyarıyor.

“ Bizi aldatan bizden değildir” diyor Hazreti Resül…

İman ahlak, erdem, onur, merhamet elbisesi giydiriyor müntesiplerine…
“Küçüklerimize merhamet etmeyen, büyüklerimize saygı göstermeyen bizden değildir.”(Tirmizi- Ebu Davut)

İman çepeçevre hayatı kuşatıyor, bir disipline sunuyor, sorumluluk yüklüyor; tevhidi çizgide, adaleti ikame için, zulmü izale için harekete geç diyor…
Kendimizi imanın iktidarına hazırlamalıyız. Önce imanda derinleşmek… İkan, ihsan, ittika, ihlâs ile veraların verasına uzanmak… Bunu gerçekleştirmek için de şu iki ayete verilen mesajı doğru anlamalıyız.

“Ey iman edenler! İman ediniz.” (Nisa–136)
“ İman edenler için hala vakit gelmedi mi?” (Hadid–16)
.

Yazarın diğer yazılarını okumak için buraya tıklayınız.

Dergimizi Seçkin Kitabevlerinden satın alabilirsiniz. Abonelik için 0212 635 99 19 no'lu telefondan bilgi alabilirsiniz...



Real-time chat with your friends http://messenger.msn.com/?mkt=tr
 




<< Home

ARCHIVES
Kasım 2005 / Aralık 2005 / Ocak 2006 / Şubat 2006 / Mart 2006 / Nisan 2006 / Mayıs 2006 / Haziran 2006 /


Powered by Blogger