islami hassasiyet
Çarşamba, Mayıs 31, 2006
  [islami-hassasiyet] DİNİMİZ İSLAMİYET

DİNİMİZ İSLAMİYET

Selamün aleykum;

Türkler bin iki yüz yıl önce İslamiyetle temasa gelmişler ve İslimiyeti kendi bünyelerine, kendi tarihi gelişmelerine çok uygun bir din olarak görmüşler ve büyük iman heyecanı içinde bunu benimsemişlerdir.

İnsanlar inanç sahibi olmak ihtiyacındadırlar; inanmak ihtiyacındadırlar. İnançsız insan boş bir kabuk gibidir. İnançsız insan, pusulasız, dümensiz gemi gibidir. En eski çağlardan beri insan toplulukları gerek kainat hakkında, gerek sürdükleri yaşayışla ilgili olarak belirli inançlara göre münasebetlerini, yaşayışlarını düzenlemişlerdir.

Her toplumun bir dini vardır. Din insanlara nasıl hareket etmesi gerektiğini, birbirleriyle en iyi münasebetleri ne şekilde yürütebileceklerini ve insanlara mutluluk sağlama yollarını gösteren bir inançlar topluluğudur. Her toplumda din müessesedir. Hiç bir toplumun dinsiz bulunmadığını ve dinsiz ve dinsiz yaşayamadığını bugün tesbit etmiş durumdayız. Dini, halkın afyonu diye niteleyen marksist görüşler, bugün komünizmle idare edilen ülkelerde dahi terkedilme yoluna gitmiştir. Bugün büyük komünist ülkelerden biri olan Sovyet Rusya' da özellikle kiliseye, Hıristiyan dinine eskisine yaklaşan bir yer ve itibar verilme yoluna dönüşmüştür. Gerçekten çeşitli toplumların tarihine baktığımız zaman din müessesesinin insanların hayatını tanzim eden, insanların daha mutlu yaşamasını sağlayan ve insanlar arasında kardeşliği telkin eden, iyiliği telkin eden bir müessese olarak faydalı hizmetler yaptığını görmekteyiz.

Gerçi kendi dininden olmayanlara karşı, başka toplumlara karşı ayrı dinlerden olmak dolayısıyla zaman zaman düşmanlıklar, zaman zaman çatışmalar, kışkırtmalar meydana gelmiştir. Fakat bunların sebep olduğu zararların yanında, din müessesesinin insan topluluklarına sağladığı faydalar kıyaslanamayacak derecede büyüktür. Türk Milletinin, kendi toplum hayatında dinin büyük yeri olmuştur. Türkler İslamiyeti kabul edinceye kadar çeşitli dinlere mensup olarak yaşamışlardır. Şamanlık Türklerin en eski çağlardan beri kendi bünyelerinin oluşturduğu bir din müessesesi olmuş, Türklerin hayatına yön vermiş, bununla beraber Türkler Budizm' e girmişler. Bir kısmı Çin' le münasebetler neticesi Konfüçyüs dinine de girmişlerdir. Ayrıca müslümanlıktan önceki çağlarda Orta Asya' ya ulaşan misyonerlerin telkinleriyle bir kısım Türklerin Hıristiyan oldukları da tespit edilmiştir. Selçukluları meydana getiren büyük Selçuk ailesi bildiğiniz gibi İslamiyete girmeden önce Hıristiyan olmuş ve Hıristiyan isimleri almışlardı.

Fakat Türkler bin iki yüz yıl önce İslamiyetle temasa gelmişler ve İslimiyeti kendi bünyelerine, kendi tarihi gelişmelerine çok uygun bir din olarak görmüşler ve büyük iman heyecanı içinde bunu benimsemişlerdir. İslamiyetin kendilerine verdiği yüksek inanç, büyük heyecan ile yeni bir harekete sahip olmuşlar, yeni bir enerjiye sahip olmuşlar ve bu enerji ile büyük medeniyetler meydana getirmişler, yeni büyük devletler kurmuşlardır. Nitekim Selçuklu İmparatorluğu ve ondan doğarak dünyanın en büyük imparatorluğu haline gelmiş olan Osmanlı İmparatorluğu, Türklerin İslamiyeti kabullerinden sonra meydana getirdikleri büyük varlıklardır. Din, toplum içerisinde sosyal bir müessese olduğuna göre, toplumun refahını, kalkındırılmasını ve devamlı mutluluk içinde yaşatılmasını öngören yöneticilerin bu sosyal müesseseye gerekli önemi göstermeleri çok lüzumludur.

Müslümanlık yer yüzüne en son gönderilmiş olan en ileri, en iyi gelişmiş bir dindir. İslamiyetin yüksek esasları insanlar arasında kardeşliği, insanların birbirlerini sevmelerini, insanların birbirleriyle münasebetlerinde hakkı, adaleti gözetmeyi ön gören ilahi bir dindir ve İslamiyet, milletimize kuvvet vermiştir.

Ne yazıkki bugün,türküm diye geçinen bedbahtlar,AB veya ABD hayranı olarak,islam dinine hakaretler yağdırmaktadırlar,gerici,yobaz oldukları halde,müslümanlar suçlanamkta,dinin emir ve yasaklarının uygulanmasında her türlü yasaklar reva görülmektedir.

Halbuki dinsiz devletlerin veya milletlerin ömürleri kısa olur,ve hayatları esaret altında geçer,başını gaflet kumuna sokmuş hainler,kendilerini medeni,refah ve mutluluk içersinde yaşadıklarını sanarlar.

Allah müslüman vatandaşlarımıza şuur versin,dinine tarihine,milletine,vatanına sahip çıkmayı nasip etsin.

Allah'ın selamı üzerinize olsun.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] Hazır Yemek Sektörü Yükselişte

Çalışan kadın sayısında artış, zamansızlık ve tüketim
tarzının değişmesi gibi etkenlere bağlı olarak ayaküstü
restaurant, otel ve hazır yemek hizmeti veren firma sayısı artıyor.

Yazının devamı>>>
http://ekonomi.nuvegroup.com/

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] NAMAZIN ÖNEMİ
         NAMAZIN  ÖNEMİ
İnsanların ilk görevi, Allah'ın varlığına ve birliğine, Hz. Muhammed
(s.a.v.) peygamberliğine inanmaktır. İmandan sonra farzların en önemlisi
Namazdır.
Namaz ruhu temizleyen, kalbi aydınlatan, insanı Allah'ın huzuruna
yükselten bir ibadettir.
Namaz, bize beden ve ruh temizliği kazandıran bir nurdur.
Bu sayede müslüman günah kirlerinden Arınır ve cennete girmeye làyık
temiz bir kul olur.
Namaz kalblere Allah korkusunu yerleştirerek insanı günah işlemekten
korur. Bu gerçek Kur'an-ı
Kerim'de şöyle bildirilmektedir: "Sana vahyolunan kitabı oku,Namazı
dosdoğru kıl. Gerçekten Namaz, hayasızlıktan ve fenalıktan alıkoyar."
Namazın doğru kılan bir kimse günah işlemekten kurtulur. İmanını
kuvvetlendirir. Allah'ın rızasını
kazanır. Cennetin aydınlık yolu kendisine açılır. Müslüman Namaz
kılmakla mükellef olduğu gibi,
çocuklarına da Namazı öğretmek zorundadır.
Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
"Çocuklarınıza yedi yaşına gelince Namaz kılmasını emredin." 
Anne ve baba yedi yaşına giren çocuklarına Namaz kılmayı öğretmeye
başlarsa, çocuklar erginlik çağına gelince Namaza iyice alışmış olurlar.

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] DÜRDÜNCÜ MES'ELE,Risalei nurdan alıntılar,
From: "biraciz kul" <biracizkul@hotmail.com>

DÖRDÜNCÜ MES'ELE 
  
            Yine Gençlik Rehberi'nde izahı var:  
            Bir zaman bana hizmet eden kardeşlerim tarafından sual edildi ki: 
              "Küre-i Arzı herc ü merce getiren ve İslâm mukadderatiyle alâkadar olan bu dehşetli Harb-i Umumiden elli gündür (Şimdi yedi seneden geçti ayni hâl) (*) hiç sormuyorsun ve merak etmiyorsun? Halbuki bir kısım mütedeyyin ve âlim insanlar, cemaati ve camiyi bırakıp radyo dinlemeğe koşuyorlar. Acaba bundan daha büyük bir hâdisemi var? Veya onunla meşgul olmanın zararı mı var?" dediler. Cevaben dedim ki: 
            Ömür sermayesi pek azdır. Lüzumlu işler pek çok çoktur. Birbiri içinde mütedâhi daireler gibi, her insanın kalb ve mide dâiresinden ve cesed ve hâne dâiresinden, mahalle ve şehir dâiresinden ve vatan ve memleket dâiresinden ve Küre-i Arz ve nev'i beşer dâiresinden tut.. tâ zîyahat ve dünya dâiresine kadar, birbiri içinde dâireler var. Herbir dâirede, herbir insanın bir nevi' vazifesi bulunabilir. Fakat en küçük dâirede, en büyük ve ehemmiyetli ve dâimi vazife var. Ve en büyük dâirede, en küçük ve muvakkat arasıra vazife bulunabilir. Bu kıyas ile -küçüklük ve büyüklük mâkûsen mütenâsib- vazifeler bulunabilir. Fakat büyük dâirenin câzibedarlığı
cihetiyle küçük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp lüzumsuz,mâlâyâni ve âfâki işlerle meşgul eder.Sermâye-i hayatını boş yerde imha eder. O kıymetdar ömrünü kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harb boğuşmalarını merak ile tâkib eden, bir tarafa kalben tarafdar olur. Onun zulümlerini hoş görür. Zulmüne şerik olur. 
            Birinci noktaya cevap ise: Evet, bu cihan harbinden daha büyük bir hâdise ve bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i âmme dâvasından daha ehemmiyetli bir dâva, herkesin ve bilhassa Müslümanların başına öyle bir hâdise ve öyle bir dâva açılmış ki: Her adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti olsa ve aklı da varsa, O tek dâvayı kazanmak için bilâtereddüd sarfedecek. 
            İşte o dâva ise, yüzbin meşahir-i insaniyenin ve hadsiz nev'i beşerin yıldızları ve mürşidlerinin müttefikan, kâinat sahibinin ve mutasarrıfının 
___________ 

(*) Parantez içindeki not, 1946 senesine aittir. 
     (Sh:Asâ.20)      
binler vaad ve ahdlerine istinâden haber verdikleri ve bir kısmı gözleriyle gördükleri şu ki: 

             Herkesin, îman  mukabilinde bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzeyyen ve bâki ve dâimi bir tarla ve mülkü kazanmak veya kaybetmek dâvası başına açılmış. Eğer îman vesikasını sağlam elde etmezse kaybedecek. Ve bu asırda, maddiyunluk tâunuyla çoklar o dâvasını kaybediyor. Hattâ bir ehl-i keşif ve tahkîk, bir yerde kırk vefiyatdan yalnız birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş; ötekiler kaybetmişler. Acaba bu kaybettiği dâvanın yerini, bütün dünya saltanatı o adama verilse doldurabilir mi?   
            İşte o dâvayı kazandıracak olan hizmetleri ve yüzde doksanına o dâvayı kaybettirmeyen, hârika bir dâva vekilini; o işte çalıştıran vazifeleri bırakıp, ebedi dünyada kalacak gibi âfakî mâlâyaniyat ile iştigal etmek; tam bir akılsızlık bildiğimizden, biz Risale-i Nur Şâkirdleri; "Her birimizin yüz derece aklımız ziyâde olsa da ancak bu vazifeye sarfetmek lâzımdır." diye kanaatımız var.   
            Ey hapis musibetinde benim yeni kardeşlerim!.. Sizler, benim ile beraber gelen eski kardeşlerim gibi Risale-i Nur'u görmemişsiniz. Ben onları ve onlar gibi binler şâkirdleri şâhid göstererek derim ve isbat ederim ve isbat etmişim ki : O büyük dâvayı yüzde doksanına kazandıran ve yirmi senede yirmibin adama o dâvanın kazancının vesikası ve senedi ve beratı olan îmân-ı tahkikîyi eline veren ve Kur'an-ı Hakîm'in mu'cize-i mâneviyesinden neş'et edip çıkan ve bu zamanın birinci bir dâva vekili bulunan Risale-i Nur'dur.   
            Bu onsekiz senedir benim düşmanlarım ve zındıklar ve maddiyunlar, aleyhimde gayet gaddarâne desiselerle hükûmetin bazı erkânlarını iğfal ederek bizi imha için bu def'a gibi eskide dahi hapislere, zindanlara soktukları halde, Risale-i Nur'un çelik kal'asında yüzotuz parça cihazatından ancak iki-üç parçasına ilişebilmişler. Demek avukat tutmak isteyen onu elde etse yeter. 
            Hem korkmayınız, Risale-i Nur yasak olmaz! Hükûmet-i Cumhuriyyenin meb'usları ve erkânlarının ellerinde mühim risaleleri -iki, üçü müstesna olarak- serbest geziyorlardı.   
            İnşaallah, bir zaman hapishaneleri tam bir ıslâhhane yapmak için bahtiyar müdürler ve memurlar, o Nurları mahbuslara, ekmek ve ilâç gibi tevzi edecekler.

Risalei Nurdan alıntılar

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] NAMAZ
                NAMAZ
Namaz, İslamın beş şartından biridir. "İman" dan  hemen sonra ikinci
sırada yer alır. Kur'an-ı Kerim'de ve hadis-i şeriflerde daima, imanla
birlikte zikredilmiştir. Namaz Dinin direğidir.
Kalbin nuru, müminin miracıdır.(Mümin Namazda ruhen yücelip
yükselir).
Namaz, manevi kirleri temizleyen bir su gibidir. Mümin onunla günde
beş defa temizlenir ve ferahlanır. Namaz, Müslüman, akıllı, ergenlik
çağına gelmiş (bàliğ) her erkek ve kadına farzdır. Allah'ın emridir.
Cenàb-ı Hak,Kur'an-ı Keriminde "Namaz kıl" emrini vermiş,
Peygamberimiz de Namazı en ince teferratuatına kadar anlatmıştır.
Mezhep imamları ve büyük Din alimleri de, Peygamberimizden
duyulanları ve görülenleri derleyip toparlamışlar ve bizlere kadar
ulaştırmışlar.

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] Rasulullah 'dan Müjdeler

"Ey Peygamber! Şüphe yok ki, Biz Seni (ümmetlerin tasdik veya
yalanlamalarına) bir şahit (rahmetimizi) bir müjdeleyici, (azabımızdan) bir
korkutucu; Allah'a, O'nun izni (ve emri) ile (O'na ibadete ve ilahlığını
kabule) davet edici ve nur saçan bir kandil olarak gönderdik." (Ahzab
suresi, ayet: 45-46).

Demek ki Hz. Peygamber (s.a.v.)'in vazifesi, tüm insanlara şahit, mü'min
Müslümanlara müjdeleyici, İslamdan habersiz, gaflet içinde yaşayanlara
uyarıcı olmaktır. Mü'min Müslümanları müjdele! Onlara, Allah'tan büyük bir
mükafat vardır. O mü'minler ki, Allahü Teala'nın, Peygamberi vasıtasıyla
gönderdiği hak din sayesinde bu büyük müjdeye ermişlerdir.
Ebu Eyyub Halid İbn Zeyd el-Ensari (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, bir
adam: "Ya Resulallah! Beni Cennete götürüp Cehennemden uzaklaştıracak
davranışı haber ver" dedi. Bunun üzerine Hz . Peygamber (s.a.v.) şöyle
buyurdu: "Allah'a ibadet edip, O'na hiçbir şeyi denk tutmazsın. Namazı
kılar, zekatı verir ve akrabanı koruyup gözetirsin" (Buhari, Edeb: 10;
Müslim, İman: 14). Ebu Hureyre (r.a.) dedi ki: "Bedevinin biri Nebi (a.s.)'e
geldi ve: - Ey Allah'ın Resulü! İşlediğim takdirde Cennete gireceğim bir
amel söyler misin? Resulu Ekrem (s.a.v.) de: - Allah'a hiçbir şeyi ortak
koşmaksızın kulluk edersin. Farz olan namazları kılarsın. Yine farz olan
zekatı verirsin ve Ramazan orucunu tutarsın, buyurdu. Bedevi: - Canım kudret
elinde olan Allah'a yemin ederim ki, bu söylediklerine hiçbir şey ilave
etmem, dedi. Adam dönüp gidince, Hz. Peygamber (s.a.v.): - Cennetlik birini
görmek kimi mutlu ediyorsa, şu kişiye bakıversin, buyurdu". (İmam Nevevi,
Riyazü's-Salihin, C.5, Hd. 1215).
Birbirine çok benzeyen bu iki hadiste dikkat edilirse, yapılması halinde
Cennete götürecek amel olarak tevhid, namaz ve zekat, ortaklaşa ve aynı sıra
ile yer almaktadır. İşte Rasulullah Efendimizin buyurduğu gibi, kim şek ve
şüphesiz Allah'a inanır, iman eder, beden vergisi olan namazı kılar, mal
vergisi olan zekatı verir, ahlak esası olan akrabayı koruyup gözetirse,
Cennete girer. Ebu Yusuf Abdullah İbn Selam (r.a.) şöyle dedi: "Ben
Rasulullah (s.a.v.)'i: 'Ey insanlar! Selamı yayınız, yemek yediriniz,
akrabalarınızla alakanızı ve yardımınızı devam ettiriniz. İnsanlar uyurken,
siz namaz kılınız. Bu sayede Cennete girersiniz' buyururken işittim." (İmam
Nevevi, Riyazü's-Salihin, C.4, Hd. 850).
es-Selam: Her çeşit arıza ve hadiselerden salim kalan ve etkilenmeyen,
kullarını her türlü tehlikelerden selamete çıkaran, güven ve esenlik veren,
insanlara huzur ve sükunet bahşeden, Allah'ın güzel isimlerinden biridir.
Bir din kardeşine selam vermekle kişi, Allah'ı da anmış ve zikretmiş olur.
Selam'ın en kısası "es-Selamu aleyküm" demektir. Sadece "selam" demek,
"merhaba", "günaydın", "tünaydın" gibi cümle bile olmayan, bir mana ifade
etmeyen, hatta sabahın karanlığında bile söylenebilen "günaydın" gibi
sözlerin hiçbir zaman "es-Selamü aleyküm"ün yerini tutmayacağını, bu gibi
selamlarla Allah'tan bir sevabın umulmayacağını da hatırlatmak isteriz.
Ebu Davud, Edeb: 132, Tirmizi, İsti'zan 2'de, İmran İbn Husayn (r.a.)'ın
şöyle rivayet ettiğini yazarlar: "Peygamber (s.a.v.)'e bir adam geldi ve -
es-Selamu aleyküm, dedi. Hz. Peygamber, onun selamına aynı şekilde karşılık
verdikten sonra adam oturdu. Nebi (a.s.): "On sevab kazandı" buyurdu. Sonra
bir başka adam geldi, o da: - es-Selamu aleyküm ve Rahmetullah, dedi. Hz.
Peygamber (s.a.v.): "Yirmi sevab kazandı" buyurdu. Daha sonra bir adam geldi
ve "es-Selamu aleyküm ve Rahmetullahi ve berakatühü" dedi. Hz. Peygamber
(s.a.v.) o kişiye de selamın aynıyla karşılık verdi. O kişi de yerine
oturdu. Peygamber Efendimiz (s.a.v.): "Otuz sevab kazandı" buyurdular.
Abdullah İbn Ömer (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre, Rasulullah (s.a.v.)
şöyle buyurdu: "Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık
yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Bir Müslüman, kardeşinin ihtiyacını
gideren kimsenin, Allah da onun bir ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan
dünya darlığını, bir sıkıntısını giderirse, Allahu Teala da o kimsenin
kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve
kusurunu örterse, Allahu Teala da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter."
(Buhari, Mezalim: 3; Müslim, Birr: 58). Hucurat suresi, 10 ncu ayette Allahu
Teala şöyle buyuruyor: "Şüphesiz mü'minler kardeştirler." İnanç birliğinden
kaynaklanan İslam kardeşliğinin gerektirdiği bir takım haklar ve vazifeler
vardır. Mü'minlerin birbirlerini sevmelerine sebep olan şeyler, maddi çıkar
veya dünyevi amaçlar değil, ilahi ve kutsal değerlerdir. İşte bu kardeşlik
duygusu, Müslümanı, Müslüman kardeşine hayır işlerinde yardıma sevkeder.
İşte bu kardeşlik duygusu, Müslümanı Müslüman kardeşinin her türlü darlığını
giderip, sıkıntısını bertaraf etmeye yöneltir. Çünkü küçük bile olsa bir
üzüntü, keder, güçlük ve sıkıntı, bazı insanlar için önemli ve büyük
görünür. Hangi şekilde olursa olsun, yardımcı olmak, destek vermek, moral
vermek bir iyiliktir. Allahu Teala: "Kim iyilik getirirse, ona getirdiğinin
on katı vardır" (En'am: 160) buyuruyor. Peygamber Efendimiz (s.a.v.)
mü'minlerin her türlü ihtiyaçları ile ilgilenir ve sıkıntılarını giderirdi.
Sahabe, paylaşmayı seven bir topluluktu. İşte bu sayede, İslam kardeşliğinin
en mükemmel örneklerini sergilediler. Hem yaşadıkları hayat boyunca huzurlu
oldular, hem de Allah (c.c.) katında ecir ve mükafatlarını aldılar. Rabbimiz
Allah (c.c.)'dan niyazımız, insanların kendisine kul, sevgili Peygamberinin
müjdelerine nail olanlardan eylemesi…

Ali Çatalyürek

_________________________________________________________________
Real-time chat with your friends - Free download - MSN Messenger
http://messenger.msn.com/?mkt=tr

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Gecti dunler, hayirli gunler...
Günün Ayet-i Kerime Meali

Mü'min olan kimse, ALLAH' a itaatten çýkmýþ kimseyle bir olur mu? Onlar elbette bir olmazlar.
Secde Sûresi: 18
 


 
Günün Hadis-i Þerif Meali

Kim din kardeþinin mektubuna onun izni olmaksýzýn bakarsa,
Cehennem ateþine bakmýþ gibi olur.
Câmiü’s-Saðir, c. 3, No: 3575

 

 
Günün Duasý

Yâ ilâhel âlemin!
Cümlemizi sevgili Peygamberimiz Muhammed Mustafa Sallallâhü Teâlâ aleyhi vesellem efemdimiz hazretlerinin þefaat-i âlilerine nâil eyleyip cenneti ve cemâlini bizlere nasip ve müyesser eyle.
Âmîn... Âmîn... Âmîn...

 

 
Günün Sözü

Her fenalýktan uzak kalmanýn yolu, dili tutmaktýr.
Hazret-i Ali “Radýyallahü anh”


Do you Yahoo!?
Next-gen email? Have it all with the all-new Yahoo! Mail Beta.
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] ONLINE KURAN MEAL & TEFSIR

                                                                                  ONLINE KURAN MEAL & TEFSIR

 

Image Hosted by ImageShack.us

 

                                                       Mukabele :              TIKLAYINIZ

                                                      24 Saat Kuran :        mms://66.90.118.66/kuran

                                                      Meal :                       mms://66.90.118.66/meal

                                                      Tefsir :                      mms://66.90.118.66/tefsirdersleri

                                                      Mealli Hatim :          mms://66.90.118.66/meallihatim

 

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] Mesnevi-i Nuriye

 

 

LEM'ALAR

(Türkçe Risale-i Nur'un Yirmiikinci Sözü ile aynı mealdedir)

 بِسْمِ اللّهِ الرّحْمنِ الرّحِيمِ

اَللّهُ خَالِقُ كُلِّ شَيْءٍ وَهُوَ عَلَى كُلِّ شَيْءٍ وَكِيلٌ* لَهُ مَقَالِيدُ السَّموَاتِ وَ اْلاَرْضِ * فَسُبْحَانَ الَّذِى بِيَدِهِ مَلَكُوتُ كُلِّ شَيْءٍ   وَاِنْ مِنْ شَيْءٍ اِلاَّ عِنْدَنَا خَزَائِنُهُ *مَا مِنْ دَابَّةٍ اِلاَّ هُوَ آخِذٌ بِنَاصِيَتِهَا

            Ey daire-i esbabdan zuhur eden işleri, hâdiseleri esbaba(sebeblere) isnad eden gafil, cahil! Mal sahibi zannettiğin esbab, mal sahibi değillerdir. Asıl mal sahibi, onların arkasında iş gören kudret-i ezeliyedir. Onlar, ancak o kudretten gelen hakikî te'sirleri ilân ve neşretmekle muvazzaftırlar. Demek daire-i esbab, hükûmetin kalem dairesi hükmündedir ki, yukarıdan gelen emirlerin tebligatı o daireden yapılıyor. Çünki izzet ve azamet perdeyi iktiza eder; tevhid ve celal dahi şirketi reddeder, te'siri esbaba vermiyor.

            Evet Sultan-ı Ezelî'nin memurları vardır amma, icrâatçıları değillerdir ki, saltanat ve Rubûbiyetinde ortak olsunlar. Ancak o memurların vazifesi dellâllıktır ki, kudretin icrâatını ilân ediyorlar. Veya o memurlar, nâzır müşahidlerdir ki, gördükleri evamir-i tekviniyeye karşı yaptıkları itaat ve inkıyad ile istidadlarına göre bir nevi ibadet yapmış olurlar. Demek esbâb, ancak ve ancak kudretin izzetini, Rubûbiyetin haşmetini izhar için vaz'edilmiş bir takım vasıtalardır. Yoksa, kudretin acz ve ihtiyacı için muavenet eden yardımcı değillerdir.

Beşer sultanlarının memurları ise; sultanların ihtiyaç ve aczlerini def' için tâyinlerine zaruret hâsıl olan yardımcı ve ortaklarıdır. Binaenaleyh Allah'ın memurlarıyla insanın memurları arasında münasebet yoktur. Yalnız gafil ve cahil olanlar hâdiselerde ve vukuattaki hikmetleri, güzellikleri göremediklerinden, Cenab-ı Hakk'tan şekva ve şikâyetlere başlarlar. İşte o şekva ve şikayetlerin hedefini değiştirmek için esbâb vaz'edilmiştir. Çünki kusur onlardan çıkıyor, onların kabiliyetsizliğinden ileri geliyor. Bu sırra bir misal-i lâtif suretinde bir temsil-i mânevî rivayet ediliyor ki:

            Hazret-i Azrail Aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk'a demiş ki:

            -Kabz-ı ervah vazifesinde senin ibadın benden şekva edecekler. Benden küsecekler.

            Cenab-ı Hak lisan-ı hikmetle ona demiş ki:

            -Senin ile ibadımın ortasında musîbetler, hastalıklar perdesini bırakacağım. Tâ şekvaları onlara gidip sana küsmesinler.

            Evet nasılki hastalıklar perdedir, ecelde tevehhüm olunan fenalıklara mercidirler. Ve kabz-ı ervahta hakikî olarak hikmet ve güzellik, Hazret-i Azrail Aleyhisselâm'ın vazifesine mütealliktir. Öyle de Hazret-i Azrail Aleyhisselâm da bir perdedir. Kabz-ı ervahta zâhiren merhametsiz görünen ve rahmetin kemaline münasib düşmeyen bazı hâlâta merci olmak için o memuriyete bir nâzır ve kudret-i İlâhiyeye bir perdedir.

            Evet izzet ve azamet ister ki, esbab perdedar-ı dest-i kudret ola aklın nazarında; tevhid ve celâl ister ki, esbab ellerini çeksinler tesir-i hakikîden... Mesnevi-i Nuriye

 

Risale'nin devamını http://www.nurlar.de/mesneviinuriye.htm bu adresten okuyabilirsiniz.

 


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
Salı, Mayıs 30, 2006
  [islami-hassasiyet] Koltuk
�brahim Edhem Hazretleri'nin saray�na, bir g�n bir meczub-� il�h� gelmi� ve onun saltanat koltu�u �zerine oturmu�. �brahim Edhem, onu saltanat koltu�unda g�r�nce emrindeki adamlar�na:

-Bunun ayaklar�n� ba�lay�p falakaya yat�r�n, demi�.

Meczubu, ellerinden ayaklar�ndan ba�lay�p falakaya yat�rm��lar ve ayaklar�na vurmu�lar. Meczup ise, bu duruma en y�ksek perdeden kahkaha ile g�l�yormu�. Oysa dayak yiyen insan g�ler mi, a�lar. Buna �a��ran �brahim Edhem Hazretleri:

-Niye g�l�yorsun seni d�v�yorlar? demi�.

Meczup:

-Ben, burada be� dakika oturdum. Bu kadar dayak yedim. Sen, senelerdir oturuyorsun ve senin yiyece�in daya�� d���n�yorum da ona g�l�yorum, demi�.





Join Excite! - http://www.excite.com
The most personalized portal on the Web!

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] �LG�N� KAZA

�LG�N� KAZA

C�neyd Suavi

�n�aat�n alt�nc� kat�ndaki i�imi bitirdi�im zaman biraz tu�la artm��t�. Yakla��k 250 kilogram kadar oldu�unu tahmin etti�im bu tu�lalar� a�a�� indirmek gerekiyordu. A�a�� indim, bir varil buldum, ona sa�lam bir ip ba�lad�m, alt�nc� kata ��kt�m. �pi bir ��kr�ktan ge�irip ucunu a�a��ya sald�m. Tekrar a�a��ya indim ve ipi �ekerek varili alt�nc� kata ��kard�m. �pin ucunu sa�lam bir yere ba�lay�p tekrar yukar� ��kt�m. B�t�n tu�lalar� varile doldurdum. A�a�� indim, ba�lad���m ipin ucunu ��zd�m. �pi ��zmemle birlikte birden kendimi havalarda buldum. Nas�l bulmayay�m? Ben yakla��k 70 kiloyum. 250 kilograml�k varil s�ratle a�a�� d��erken beni yukar� �ekti. Heyecan ve �a�k�nl�ktan ipi b�rakmay� ak�l edemedim. Yolun yar�s�nda, dolu varille �arp��t�k. Sa� iki kaburgam�n bu s�rada k�r�ld���n� san�yorum. Tam yukar� ��k�nca, iki parma��m iple beraber ��kr��a s�k��t�. Parmaklar�m da bu s�rada k�r�ld�. Bu esnada yere �arpan varilin dibi ��kt� ve tu�lalar etrafa sa��ld�. Varil hafifleyince, bu sefer ben a�a�� inmeye ba�lad�m. Varil ise h�zla yukar� ��k�yordu. Yolun yar�s�nda yine varille �arp��t�k. Sol baca��m�n kaval emi�i de bu s�rada k�r�ld�. Can havliyle ipi b�rakmay� ak�l ettim. Ba��m� yukar� kald�rd���mda bo� varilin s�ratle �zerime geldi�ini g�rd�m. Kafatas�m�n da b�yle �atlad���n� san�yorum. Bay�lm���m, g�z�m� hastanede a�t�m.





Join Excite! - http://www.excite.com
The most personalized portal on the Web!

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Z�HRE 2
VE Z�HRE

Volkan EK�Z


ve z�hre beni g�naha �a��r�r
bir katre sunar a�k �arab�ndan
ben z�hreye hep Rabia'y� anlat�r�m
z�hre her gece darg�n ayr�l�r benden
ve her ak�am tekrar bir umutla gelir
bulu�tu�umuz yere
biz z�hre ile �stanbul'un sakl�
sekizinci tepesinde bulu�uruz
z�hre bir �ark� s�yler dayanamaz erkek
z�hre g�nahk�r, z�hre hain
z�hre bir kahkaha atsa ten candan s�yr�l�r
z�hre ile akit yapt�k biz
�ark� yok a��t var; kahkaha yok h�z�n var
yoksa nas�l dayans�n erkek
bu yeminli kad�na bu intikampereste
ne ben erkek olaca��m,
ne z�hre yeminini tutacak
her gece z�hre ile ben o sakl� tepede bulu�urum
z�hre bir a��t yakar ben dirili� mar�lar� s�ylerim
z�hrenin g�zya�lar�na kar���r benimkiler
z�hre hel�l t�m erkeklere.
ben en �ok z�hre ke�ke dedi�inde a�lar�m
ke�ke der z�hre, ke�ke�
z�hre pi�manl���n ad�, z�hre g�nah�n
z�hre annem olur baz� geceler, sa�lar�m� ok�ar
ben nas�l cenk edece�imi anlat�r�m
z�hre a�lar gizli gizli bilirim
ama kald�rmam kafam� hi� kuca��ndan
kim demi� z�hre utanmaz diye
b�raksayd� erkek z�hreyi
minicik bir k�z �ocu�u de�il miydi z�hre
"ellerim terler benim en �ok ve y�re�im bir de"
hi�bir yeri terlemiyormu� o g�nden beri z�hrenin
ve hi� ac� da �ekmiyormu� z�hre
z�hre g�zel kad�n ve de kibirli
teninde morluklar oluyor bazen
k�z�yor ya, sanmay�n kaderine
z�hre al���k ve bar���k kaderiyle
g�zelli�ine halel geliyor, ona k�z�yor z�hre en �ok
ben z�hreyi d���n�r�m gene
istanbul'un sakl� sekizinci tepesinde
z�hre gelir sonra ve ben a�lamaya ba�lar�m gene
sahi neden b�km�yorum ben a�lamaktan
insan�m diye, z�hre anlat�yor diye
nefret etti�imden, utand���mdan, aczimden
z�hre g�zya�lar� d�kerken tek kalmas�n diye
belki biri, belki hepsi, belki hi�biri
bilmiyorum ya nedenini
bir tek z�hre ile her gece a�lad���m�z� biliyorum
ve bir tek nas�l �l�k oldu�unu g�zya��n�n
z�hre ile ben ne nehirler besledik g�zlerimizle
z�hrenin y�z� bana d�ner benimki z�hreye
daha �ok a�layabilirsek bir g�n
belki Nil'in kayna��na otururuz der z�hre
ah uslanmaz kad�n, akl� h�l� efsanelerde
bana bir tek iki damla g�zya�� da
bu hayali i�in d�kmek kal�r z�hrenin
haydi z�hre bak g�n do�acak
son a��t�n� s�yle bu gecenin
ve �l�mden bahsedelim haydi, a�layal�m sonra
sanki neden bulu�uyoruz ki ba�ka�
ama z�hre k�t� kad�n
bir tek kendine a�lar
ben b�t�n insanl��a a�lar�m
ben zulm�n g�zya�lar�n� d�kerim
z�hre g�nah�n�
ve her daim son g�n�ne kadar Adem'in
z�hrenin g�zlerinden p�narlar f��k�racak
benimkinden iki damla g�zya��
sonra rivayet o ya z�hre!..






Join Excite! - http://www.excite.com
The most personalized portal on the Web!

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Z�HRE 1





Z�HRE

Volkan EK�Z


ben bir dirili� t�rk�s� m�r�ldan�r�m
z�hre bir a��t s�yler dibimde
biz en �ok �l�m� sevdik z�hre ile
biz en �ok bizi her g�n �ld�ren ���klar�m�z�
z�hre yukar�lardan bak�yor bana
z�hre bana vurgun ben g�naha t�vbeli
biz z�hreyle en �ok �l�m� konu�tuk
z�hre Ven�s oldu Roma'da
z�hre Afrodit'i Yunan'�n
"z�hrenin teni a��nm�� benim ruhum"
biz en �ok iki ki�i oldu�umuzda efk�rlan�r�z
z�hre a��t yakar b�kireli�ine
ben dirili� mar�lar� s�yler k�f�r ederim
z�hre hep �arap i�er, ben g�zya�lar�m�
z�hre durmadan raks eder
ben s�rt�nda han�er, omurundan yaral�
z�hre beni hep yoldan ��karmaya �al���r
ben z�hreye hep Nass s�ylerim
biz en �ok z�hre ile efk�rlan�r�z
en �ok �l�m� bana anlat�r z�hre
z�hre �imdi s�rg�n g�kte
yasak g�nden ���k almas�.
z�hre g�nah� g���n
z�hre f�hi�eler y�ld�z�
bu gece biz z�hre ile gene
ve her zamanki gibi �l�m� konu�aca��z
z�hre a��t s�yleyecek g�nahlar� i�in
ben dirili� mar�lar�n�n "gel"li b�l�mlerini
ba��ra ba��ra ve tonunu de�i�tirerek sesimin
en �nemli yeri buras� der gibi s�yleyece�im
ve sonra gecenin bitmesi ile
z�hrenin gitmesi bir olacak
gene zaman�n ad� g�n olacak
ve gene can verecek tenim
y�re�im uykuya dalacak g�n boyu
her �eyimle geceyi bekleyece�im
bilmiyorum ya,
belki z�hreye vurulmaya ba�lad�m
belki do�du�umdan beri
�����y�m gecenin





Join Excite! - http://www.excite.com
The most personalized portal on the Web!

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] HADİS ,İSLAMIN İKİNCİ KAYNAĞIDIR
HADÎS

Hz. Peygamber (s.a.s)'in sözleri, fiilleri, takrirleri ile ahlâkî ve beşerî vasıflarındarı oluşan sünnetinin söz veya yazı ile ifade edilmiş şekli. Bu mânâda hadis, sünnet ile eş anlamlıdır.

Hadis kelimesi, "eski"nin zıddı "yeni" anlamına geldiği gibi, söz ve haber anlamlarına da gelir. Bu kelimeden türeyen bazı fiiller ise haber vermek, nakletmek gibi anlamlar ifade eder. Hadis kelimesi, Kur'ân'da bu anlamları ifade edecek biçimde kullanılmıştır. Sözgelimi, "Demek onlar bu söze (hadis) inanmazlarsa, onların peşinde kendini üzüntüyle helâk edeceksin" (el-Kehf, 18/6) âyetinde "söz" (Kur'ân); " Musa'nın haberi (hadîsu Mûsa) sana gelmedi mi?" (Tâhâ, 20/9) ayetinde "haber" anlamına gelmektedir. "Ve Rabbinin nimetini anlat (fehaddis)" fiili de "anlat, haber ver, tebliğ et" anlamında kullanılmıştır.

Hadis kelimesi zamanla, Hz. Peygamber'den rivâyet edilen haberlerin genel adı olarak kullanılmaya başlanmıştır. Kelime, bizzat Rasûlullah (s.a.s) tarafından da, bu anlamda kullanılmıştır. Buhârî'de yeralan bir hadîse göre Ebû Hüreyre, "Yâ Rasûlullah, kıyâmet günü şefâatine nâil olacak en mutlu insan kimdir?" diye sorar. Hz. Peygamber şöyle cevap verir: "Senin "hadîse" karşı olan iştiyakını bildiğim için, bu hadis hakkında herkesten önce senin soru soracağını tahmin etmiştim. Kıyâmet günü şefâatime nâil olacak en mutlu insan, "Lâ ilâhe illâllah" diyen kimsedir" (Buhârî, İlim; 33).

Hadisin Dindeki Yeri ve Önemi:

Rasûlullah (s.a.s), Allah'tan aldığı vahyi yalnızca insanlara aktarmakla kalmamış, aynı zamanda onları açıklamış ve kendi hayatında da tatbik ederek müşahhas örnekler hâline getirmiştir. Bu nedenle O'na "yaşayan Kur'ân" da denilmiştir.

İslâm bilginleri genellikle, dinî konularla ilgili hâdislerin, Allah tarafından Hz. Peygamber'e vahyedilmiş olduklarını kabul ederler; delil olarak da, "O (Peygamber), kendiliğinden konuşmaz; O'nun sözleri, kendisine gönderilmiş vahiyden başkası değildir" (en-Necm, 54/3-4) âyetini ileri sürerler. Ayrıca, "Andolsun ki; Allah, mü'minlere büyük lütufta bulundu. Çünkü, daha önce apaçık bir sapıklık içinde bulunuyorlarken, kendi aralarından, onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderdi" (Âlu lmrân, 3/164) âyetinde sözü edilen "hikmet" kelimesinin, "sünnet" anlamında olduğunu da belirtmişlerdir. Nitekim, Hz. Peygamber ve O'nun ashâbından nakledilen bazı haberler de, bu gerçeği ortaya koymaktadır. Rasûlullah'tan (s.a.s) şöyle rivayet edilmiştir: "Bana kitap (Kur'ân) ve bir de onunla birlikte, onun gibisi (sünnet) verildi" (Ebû Dâvûd, Sünen, II, 505). Hassan İbn Atiyye, aynı konuda şu açıklamayı yapmıştır: "Cibrîl (a.s.) Rasûlullah (s.a.s)'e Kur'ân'ı getirdiği ve öğrettiği gibi, sünneti de öylece getirir ve öğretirdi" (İbn Abdilberr, Câmiu'l Beyâni'l-ilm, II, 191).

Yukarıda zikredilen âyet ve haberlerden de anlaşılacağı gibi, Kur'ân ve hadîs (daha geniş ifadesiyle sünnet), Allah (c.c.) tarafından Rasûlullah (s.a.s.)'a gönderilmiş birer vahiy olmak bakımından aynıdırlar. Şu kadar var ki; Kur'ân, hadîsin aksine, anlam ve lâfız yönünden bir benzerinin meydana getirilmezliği (i'câz) ve Levh-i Mahfûz'da yazı ile tesbit edildiği için, ne Cibrîl (a.s.)'in ve ne de Hz. Peygamber'in, üzerinde hiçbir tasarrufları bulunmaması noktasında hadîsten ayrılır. Hadîs ise, lâfız olarak vahyedilmediği için, Kur'ân lâfzı gibi mu'ciz olmayıp, ifade ettiği anlama bağlı kalmak şartıyla sadece mânâ yönüyle nakledilmesi câizdir.

Hz. Peygamber'den hadîs olarak nakledilen, fakat daha ziyade, O'nun (s.a.s) sade bir insan sıfatıyla, dinî hiçbir özelliği bulunmayan, günlük yaşayışıyla ilgili sözlerinin, yukarıda anlatılanların dışında kaldığını söylemek gerekir. O'nun (s.a.s.) bir insan sıfatıyla hata yapabileceğini açıklaması (Müslim, Fedâil, 139-140-141) bunu gösterir. Nitekim bazı ictihadlarında hataya düşmesi, bu konularda herhangi bir vahyin gelmediğini gösterir. Ancak bu hataların da, bazan vahiy yolu ile düzeltildiği unutulmamalıdır.

Vahye dayalı bir fıkıh kaynağı olarak hadis, Kur'ân karşısındaki durumu ve getirdiği hükümler açısından şu şekillerde bulunur:

1. Bazı hadisler, Kur'ân'ın getirdiği hükümleri teyid ve tekit eder. ana-babaya itâatsizliği, yalancı şâhitliği, cana kıymayı yasaklayan hadisler böyledir.

2. Bir kısmı hadisler, Kur'ân'ın getirdiği hükümleri açıklar, onları tamamlayıcı bilgiler verir. Kur'ân'da namaz kılmak, haccetmek, zekât vermek... emredilmiş, fakat bunların nasıl olacağı belirtilmemiştir. Bu ibadetlerin nasıl yapılacağını hadislerden öğreniyoruz.

3. Bazı hadisler de, Kur'ân'ın hiç temas etmediği konularda, hükümler koyar. Hadîsin başlı başına müstakil bir teşri' (yasama) kaynağı olduğunu gösteren bu tür hadislere, ehlî merkeplerle yırtıcı kuşların etinin yenmesini haram kılan, diyetlerle ilgili birçok hükmü belirten hadisler... örnek olarak verilebilir.

Buraya kadar anlatılanlar, hadîsin (sünnet) İslâm dinindeki önemli yerini gözler önüne sermektedir. Din açısından, Kur'ân'dan hemen sonra gelen bir hüküm kaynağı olarak hadislere gereken önemin verilerek Hz. Peygamber'in sünnetine uyulması, başta Allah (c.c.) olmak üzere, O'nun Rasülü Hz. Muhammed (s.a.s) tarafından da çok kesin ifadelerle emredilmiştir. Bu konuda Kur'ân'da şu âyetlere yer verilmiştir: "Ey Peygamber de ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyunuz ki; Allah da sizi sevsin ve günâhlarınızı bağışlasın"(Âlu İmrân, 3/31); "Ey Peygamber de ki: Allah'a ve peygamber'e itâat ediniz. Eğer yüz çevirirseniz, biliniz ki Allah kâfirleri sevmez" (Âlu İmran, 3/32; "Allah'a ve Peygamberlere itâat ediniz, umulur ki rahmet olunursunuz" (Âlu İmrân, 3/132); "Peygamber size neyi getirmişse onu alın, neyi yasaklamışsa ondan sakının" (el-Haşr, 59/7). Görüldüğü gibi bu âyetlerde, Rasûlullah (s.a.s)'e itâat, Allah'a (c.c.) itâat ile birlikte emredilmiş, hatta Peygamber (s.a.s)'e itâatin Allah'a (c.c.) itâat demek olduğu açıkça belirtilmiştir.

Rasûlullah (s.a.s) da bir hadîsinde: "Şunu kesin olarak biliniz ki, bana Kur'ân ve onunla beraber onun bir benzeri (sünnet) daha verilmiştir. Karnı tok bir halde rahat koltuğuna oturarak;' Şu Kur'an'a sarılın; O'nda neyi helâl görürseniz onu helâl, neyi koram görürseniz onu da haram kabul ediniz' diyecek bazı kimseler gelmesi yakındır. Şüphesiz ki, Allah Rasûlünün haram kıldığı şey de Allah'ın haram kıldığı gibidir" (Ebû Davûd Sünnet, 5; İbni Mace, Mukaddime, 2; Ahmed b. Hanbel, Müsned, IV,131) buyurarak, sünnetini küçümseyip dinden ayırmak isteyenlere karşı müslümanları uyarmış ve dinin sünnetsiz düşünülemeyeceğini vurgulamıştır. Nitekim, Hz. Peygamber'in burada geleceğini ikaz ettiği kişi ve gruplar Hicri birinci ve ikinci asırlarda ve bir de XIX-XX. asırlarda müsteşriklerin etkisiyle, Hindistan (Ehl-i Kur'an Cemiyeti) ve Mısır'da (Tevlik Sıdkı, Mahmud Ebû Reyye..) ortaya çıkmış, fakat bunların hadis ve sünnete hiçbir etkisi olmamıştır.

Hadisin Yapısı:

Hadisler yakından incelendiği zaman, birbirinden farklı iki ana kısımdan oluştuğu görülür: Sened ve metin.

Sened: Güvenmek, dayanmak anlamın gelen "sened" kelimesi, bir hadis terimi olarak, metnin başında yeralan ve biri diğerinden almak ve nakletmek suretiyle hadîsi rivâyet eden kişilerin, Rasûlüllah'a varıncaya kadar sayıldığı kısımdır. Başka bir deyişle, râvîler zincirinin adı olup bu zincir, hadîsin Hz. Peygamber'den kimler aracılığıyla ve hangi yollarla bize ulaştığını gösterir: Meselâ:

"Haddesenâ Muhammed İbn Beşşâr, kâle; haddesenâ Yahyâ kâle; Haddesenâ Şu'be, kâle; haddesenâ bu't-Teyyâ'h, an Enes, ani'n-Nebiyyi sallellahü aleyhi ve sellem kâle: (Enes'ten Ebu't-Teyyâh, ondan Şu'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed İbn Beşşâr naklederek, Rasûlullah (s.a.v.)'in şöyle dediğini rivayet etmişlerdir:)." Senette geçen "haddesenâ" (bize nakletti, rivayet etti) ve "an" (ondan) kelimelerine "rivâyet lâfızları" denir. "Kâle", dedi anlamındadır.

Senedi, yani râvîler zincirini zikretmeye "isnâd" adı verilir. Râvîlerin hadisleri nakletmesine "rivâyet", rivâyet ettikleri hadise de "mervî" denir. Senede "târik" veya "vecih" adı da verilmektedir. Sened daha çok hadis uzmanları için, hadisin sıhhatini, yani, hadîsin Hz. Peygamber'e âit olup olmadığını kontrol edebilmek açısından önem taşımaktadır.

Metin; Senedin, ya da râviler zincirinin kendinde son bulduğu, rivâyet edilen asıl hadis kısmına metin denir. Yukarıda örnek olarak verdiğimiz sened, metni ile birlikte şu şekilde kaydedilir: "Enes'ten Ebiı't-Teyyâh, ondan Şu'be, ondan Yahyâ, ondan da Muhammed İbn Beşşâr naklederek, Nebi (s.a.s.)'in şöyle dediğini rivâyet etmişlerdir: "Kolaylaştırınız güçleştirmeyiniz, müjdeleyiniz nefret ettirmeyiniz. "

Hadislerin Sınıflandırması:

Sağlamlık yönünden hadisler üç kısma ayrılır: Sahih, hasen, zayıf. Hadislerin çeşitli yönlerden değerlendirilmesi yapılmıştır. Bu değerlendirmelerde doğruluğu (sıhhati) araştırılan, hadîsin Hz. Peygamber'e âit olan metin kısmı değil; metnin Rasûlullah (s.a.s)'e âit olup olmadığını gösteren sened kısmıdır. Bu durumda değerlendirme sonunda bir hadîse sahih, hasen veya zayıf denildiğinde bu, Hz. Peygamber'in söz veya fiilinin sahih veya zayıf olduğu anlamında değil, hadis metnindeki ifadenin Rasûlullah'a (s.a.s) âit oluşunun sahih veya zayıf olduğu anlamındadır.

1. Sahih hadis: Adâlet ve zabt sahibi râvîlerin, yine aynı durumdaki râvîler vasıtasıyla Hz. Peygamber'e kadar ulaşan kesintisiz bir senedle rivâyet ettikleri, şâz ve illetli olmayan hadistir. Bu tür hadislerin Hz. Peygamber'den geldiğinde herhangi bir şüphe yoktur. Yukarıdaki tariften de anlaşılacağı gibi, bir hadisin sahih olabilmesi için bazı şartların bulunması lâzımdır. Bu şartlar şunlardır:

a) Hadîsi nakleden râvîler âdil olmalıdır. Burada sözü edilen adâlet, zulmün zıt anlamlısı değil; şirk, fısk ve bid'at gibi bütün büyük ve küçük günâhlardan sakınmak ve takvâ sahibi, samimi bir müslüman olmak anlamındadır. Bu özelliğe sahip kimselere hadis ıstıladımda, "adl" (âdil) denir. Hakkında gerekli araştırmalar usûlüne uygun şekilde yapılıp, adâlet prensibine aykırı davranışları nedeniyle "âdil' olmadıkları anlaşılan (mecruh) râvîler ile kim oldukları bilinmeyen, ya da durumları belirsiz olduğu için adâletleri tesbit edilemeyen kimselerin (meçhûl) rivayet ettikleri hadisler, "sahih" hadislerin dışında kalır.

b) Râvîler, rivâyet edecekleri hadisleri, doğru bir şekilde öğrenme, aradan uzun bir zaman geçse bile aynen hatırlayabileck ölçüde "öğrendiğini koruma" (zabt) yeteneğine sahip olmalıdır. Öğrenme ve öğrendiğini koruma yeteneğine sahip olamayan râvîlerin naklettikleri hadisler de "sahih" kabul edilmez.

c) Hadîsi nakleden râvîlerin her biri, kendisinden hadis naklettikleri kimseler ile bizzat görüşerek hadis almış veya en azından, görüşme imkân ve ihtimaline sahip, çağdaş (muâsır) kişiler olmalıdır. Râvîler arasında gizli veya açık bir kopukluğun (inkıta') bulunması, yani senedin muttasıl olmaması hadîsi "sahih"likten çıkarır.

d)Güvenilir (sika) bir râvî tarafından rivâyet edilen hadis, daha güvenilir bir veya birden fazla râvînin rivayetine ters düşerek, tek (şâzz) kalmamalıdır. Çünkü bu durum, hadîsin sihhatine engeldir.

e) Hadîsin metin veya senedinde, onu zaafa düşüren herhangi bir kusur bulunmamalıdır. İlletli (muallel) kabul edilen bu tür hadisler, sahihlik vasfını kaybeder.

İşte bu beş şartın hepsini taşıyan hadisler sahihtir; yani teknik olarak bu hadislerin Hz. Peygamber'e âit olduğunda şüphe yoktur.

2. Hasen hadis: Sözlükte "güzel" anlamına gelen "hasen" kelimesi, hadis ıstılahında sahih hadisle zayıf hadis arasında yer alan, fakat sahih hadîse daha yakın olan hadis türüne verilen addır. Daha açık bir ifade ile, hasen hadisle sahih hadis arısındaki fark, hasen hadîsin râvîlerinin durumu kesin olarak bilinmemekle birlikte, yalancılıkla suçlanmamış, dürüst ve güvenilir olmalarına rağmen, titizlikleri (itkân) ve hâfızalarının sağlamlığı (zabt) açısından sahih hadis râvîlerinden daha aşağı derecede bulunmasıdır. Hasen hadis, bu iki özellik dışında sahih hadîsin bütün özelliklerini taşır. Bir de, hasen hadislerin mütâbi'teri olmalıdır. Mütâbi', bir râvînin naklettiği hadîsin başka râvîler vasıtasıyla da rivâyet edilmesidir. Böylece hasen hadis râvîlerindeki zabt eksikliği takviye edilmiş olur.

Hasen hadis terimi, yaygın şekilde ilk defa Tirmizî tarafından kullanılmıştır. Tirmizî'den önce hadisler, sahih ve zayıf diye ikiye ayrılır, zayıf hadis de; terkedilmiş, terkedilmemiş olmak üzere iki kısımda değerlendirilirdi. "Terkedilmeyen zayıf hadisler", Tirmizi (279/892) tarafından hasen cerimiyle "zayıflıktan" çıkarılmış oldu. Bunun tabii sonucu olarak da Tirmizî'nin Câmi'i, hasen hadîsin başlıca kaynağı sayılmıştır. Ebû Dâvûd'un Sünen'i de, hasen hadîsin çokça bulunduğu eserlerden biri olarak kabul edilir.

3. Zayıf Hadis: Zayıf hadis, sahih veya hasen hadîsin taşıdığı şartların birini veya birkaçını taşımayan hadistir. Bu şartların bulunup bulunmadığı, hadisin çeşitli yönlerden tetkik ve tenkide tâbi tutulmasıyla anlaşılır. Sözgelimi, hadîsin râvîsi adâletindeki kusur sebebiyle, zabtının zayıflığı, seneddeki kopukluk, râvînin kendindan daha sikâ bir râvî veya râvilere aykırı rivâyeti... sebepleriyle hadîsin Hz. Peygamber'e âit olduğu zayıf kabul edilir. Hadis bilginleri, zayıf hadisleri çeşitli yönleriyle pek çok kısma ayırmışlardır.

Hadis âlimleri, zayıf hadisle amel edilip edilemeyeceği konusunda üç görüş ileri sürmüşlerdir.

a) Hiçbir konuda zayıf hadisle amel edilmez. Yahya b. Maîn'den nakledilen bu görüşü, Buhârî ve Müslim'in yanısıra İbn Hazm ve Ebû Bekr İbnu'l-Arabî benimsemiştir.

b)Her konuda zayıf bir hadisle amel edilebilir. Ahmed b. Hanbel ve Ebû Dâvûd "zayıf hadis re'y, yani kıyastan daha iyidir" diyerek bu görüşü tercih etmişlerdir.

c) Bazı şartları taşıması hâlinde, amellerin fazileti ile ilgili konularda zayıf hadisle amel edilebilir. İbn Hacer el-Askalânî bu şartları şöyle sıralar:

aa. Hadis aşırı derecede zayıf olmamalıdır.

bb. Zayıf hadis, kitap veya sünnete dayalı olarak amel edilen bir aslın kapsamına girmelidir.

cc. Zayıf hadisle amel edilirken sâbit olduğuna kesin gözle bakmamalı, ihtiyaten amel edildiği bilinmelidir.

Bazı alimlerin ileri sürdüğü, "gerek şer'î hükümler ve gerekse fezâil konusunda, elimizde zayıf hadîse lüzum bırakmıyacak kadar çok sahih ve hasen hadis vardır" görüşü, tercihe şâyân bir görüş olsa gerektir.

Kudsi ve Nebevi Hadis: Mânâsı Allah'a, lâfızları Hz. Peygamber'e âit olan hadislere kudsi hadis; mânâ ve lâfzı Hz. Peygamber'e âit olan hadislere de nebevî hadis denir. "İlâhî hadis" ve "Rabbânî hadis" diye de adlandırılan kudsî hadis: Ha. Peygamber'in, anlam bakımından Allah'a dayandırdığı, başka bir deyişle O'ndan nakiller yaparak söylediği sözdür. Kur'ân ile nebevî hadis arasında yeralan bu tür hadislerin "kutsal"lığı, mânâsının Allah'a âit olmasından; "hadis" diye adlandırılması ise, Hz. Peygamber tarafından dile getirilmiş olmasından kaynaklanmaktadır.

Allah tarafından gelen vahiy olmaları bakımından, Kur'ân âyetleriyle kutsî hadisler arasında bir fark yoktur. Fakat Kur'ân hem anlamı, hem de lâfızları yönünden Allah'a âit iken, kutsî hadis, sadece mânâ açısından Allah'a âittir. Kur'ân ile kutsî hadis arasındaki diğer farklar şunlardır:

a) Kutsî hadis, namazda okunmaz.

b) Abdestsiz olarak dokunulması câizdir.

c) Lâfzı Allah'a âit olmadığı için Kur'ân gibi mu'ciz değildir.

d) Lafzî rivâyeti şart olmayıp, sadece anlam olarak rivâyet edilmesi câizdir.

Kutsî hadîsin ilk kaynağı Allah olduğu ve esasen hitap O'ndan geldiği için, rivâyet edilirken başına, "Hz. Peygamber'in rivâyet ettiğine göre Allahu Teâlâ şöyle buyurdu:..." veya "Rasûlullah (s.a.s), Rabbinden rivâyet ettiği hadiste şöyle buyurdu:..." şeklinde bir rivâyet lafzı getirilir.

Diğer hadislere göre kutsî hadislerin sayısı çok azdır.

Hadisin dindeki önemli yeri zamanla müstakil bir ilim hâline dönüşmesine sebep olmuştur. Hadis âlimleri, İslâm'da Kur'ân'dan sonra en önemli yeri işgal eden bu ilim dalını, sahih olanlarını sahih olmayanlardan ayırmak için, hadîsin sened ve metninin araştırılmasını konu edinen bir ilim olarak tanımlamışlardır.

Hadis ilmi üzerinde devamlı gelişen çalışmalar, bazı konularının bağımsız araştırma alanına dönüşmesine yol açmıştır. Bu ilim dalları şunlardır:

1. Rivâyetü'l-Hadis İlmi: Hz. Peygamber'in sünnetini (hadisler) toplayan, nakleden ilim. Hadislerin yazılı şekillerini ihtivâ eden bütün hadis kitapları (Sahihler, Câmiler, Sünenler, Müsnedler...)'bu ilme âit malzemeyi oluştururlar.

2. Dirâyetü'l-Hadis İlmi: Hadislerin sıhhat durumlarını tesbit için, sened ve metnin durumlarını anlamaya imkân veren ilim dalıdır.

3. Cerh ve Ta'dil İlmi: Sahâbeden itibaren bütün hadis râvîlerinin doğruluk ve güvenirlik durumlarının incelendiği bir ilim dalıdır. Genellikle râvîler isimlerine ve künyelerine göre alfabetik bir tarzda sıralanır ve her birinin hayatı, kimlerden hadis rivâyet ettiği, kimlere hadis naklettiği, râvîler arasındaki yeri, adâlet ve zabt yönünden durumu, kendisi hakkında hadis münekkidlerinin görüşü... teknik tâbirlerle ifade edilir. İlk asırlardan itibaren pek çok kıymetli eserin kaleme alındığı bu ilim dalında, İbn Ebi Hâtim er-Razi'nin "el-Cerh ve't-Ta'dil" adlı kıymetli bir kitabı vardır.

4. Râvîler Tarihi İlmi: Hadis rivâyeti açısından ravilerin biyoğrafilerini, tabakalarını... veren ilimdir. İbn Sa'dın "Tabakat" ı, Buhârî'nin "Tarîh"i, İbn Hacer'in "el-İsâbe"si, bu ilmin en meşhur kaynaklarındandır.

5. Hadislerin Vürûd Sebepleri İlmi: Hadislerin söyleniş sebeplerini tesbit etmeye çalışan ilim dalıdır. Hadislerin daha iyi anlaşılmasını sağlayan bu dalda, Suyûtî'nin "el-Lüma" isimli bir eseri vardır.

6. Garîbu'l-Hadis İlmi: Hadis metinlerinde geçen, az kullanıldığı veya Arapça'ya sonradan girdiği için anlaşılması zor olan kelimelerin açıklanması bu ilmin konusunu teşkil eder. Ebû Ubeyd ve İbn Kuteybe'nin "Garîbu'l-Hadis"adlı eserleri ile, Zemahşerî'nin "el-Fâik" ve İbnü'l-Esîr'in "en-Nihâye" si, bu ilim dalının önemli kaynaklarıdır.

7. İlelü'l-Hadîs İlmi: Herkesin farkedemediği, ancak hadis uzmanlarının tesbit edebildiği ve hadisin sıhhatine engel olan gizli kusurları araştıran bir ilimdir. Ahmed b. Hanbel'in "Kitabu'l-İlel" i bunlardandır.

8. Muhtelifu'l-Hadîs İlmi: Bu ilim, gerçekte olmadığı halde dış görünüşü bakımından aralarında çelişki var gibi görünen hadisleri ele alır ve görünürdeki bu çelişkiyi giderir. Bu sahada İbn Kuteybe'nin yazdığı "Te'vilu Muhtelifi'l-Hadis" adlı eseri, hadis Müdafaası adıyla Türkçe'ye çevrilmiştir.

9. Nâsih ve Mensûh İlmi: Biri diğerinin hükmünü ortadan kaldıran hadisleri konu edinen bir ilimdir. Bu sahanın en önemli kaynağı Hâzimî'nin "el-İ'tibâr" adlı eseridir.

Hadisler Günümüze Nasıl İntikal etmiştir?

Kur'ân âyetleri nâzil oldukça onları vahiy kâtiplerine bizzat yazdıran Hz. Peygamber, önceleri kendi hadislerinin yazılmasını yasaklamış, fakat hadisleri birbirlerine rivâyet etmelerine izin vermişti. Bu yasağın sebebi, ashâbın Kur'ân'la hadisleri birbirine karıştırma tehlikesiyle Arap yazısının henüz gelişmemiş olması, okuma-yazma bilenlerin azlığı, yazı malzemesinin kıtlığı gibi sebepler olabilir. Daha sonraları bu mahzurlar ortadan kalkınca veya azalınca Hz. Peygamber'in, hadislerin yazılmasına izin verdiğini görmekteyiz. Nitekim, hadis yazan 30-40 kadar sahâbîden biri olana Abdullah b. Amr 1000 civarında hadis yazmış ve bunları bir sahife (kolleksiyon) hâline getirmiş, adına da "es-Sahîfetü's-Sâdıka" (Doğru Sahife) demiştir. Sağlığında Hz. Peygamber'den pekçok hadis öğrenen sahâbe, O'nun (s.a.s) vefâtından sonra bunları başkalarına nakletmiş, böylece hadisler hem sözlü, hem de yazılı bir halde sonraki nesillere intikal etmiştir. Hz. Peygamber'in vefatından sonra başlayan hadis toplama yolculukları (rıhle) ve hicrî birinci asır ortalarından itibaren görülen "tedvin" (dağınık haldeki hadis malzemesini bir araya toplama) faaliyetleri H. 99-101 yıllarında halife Ömer İbn Abdülaziz (H. 101) zamanında vâliliklere gönderilen emirnamelerle resmî tedvin hâlinde devam etmiş; toplanan bu hadisler konularına göre tasnif edilerek hicrî ikinci asır ortnlarından itibaren hadis kitapları meydana getirilmeye başlanmıştır. Günümüze kadar gelen en eski hadis kitapları bu devrelere âittir. Bu kitaplardan sonra hicrî üçüncü asırda " Kütüb-i Sitte" (altı kaynak eser) denilen hadis külliyâtının meydana getirilmesiyle hadis tasnifi altın çağına ulaşmıştır. Kütüb-i Sitte; Buhârı ve Müslim'in "el-Câmiu's-Sahîh" leri ile, Ebû Dâvûd, Tirmizî, Nesâî ve İbn Mâce'nin "Sünen" lerinden oluşmaktadır.

Hadis Kitaplarının Dereceleri:

İhtiva ettikleri hadislerin güvenilir olup-olmamalarına göre hadis kitapları şu derecelere ayrılır:

Birinci Tabaka: Mütevâtir, meşhûr, sahîh ve hasen hadisler. Buhârî ve Müslim'in "Sahih"leri ile İmam Mâlik'in " Muvatta"adlı eserleri. Bu kitaplardaki hadislerle amel edilir.

İkinci Tabaka: Birinci tabakadaki kitaplar seviyesine çıkamayan, fakat, müelliflerinin titizlikle bazı şartları uygulayarak hadisleri aldıkları kitalar. Bunlar da hadis kaynağı olarak benimsenmiş, asırlar boyu faydalanılmıtır. Tirmizî'nin Câmi'i, Ebû Dâvûd'un Sünen'i Ahmed b. Hanbel'in Müsned'i, Nesâî'nin Sünen'i (Müctebâ) bu tabakadandır.

Üçüncü Tabaka: Bu tabakadaki kitaplarda sahih hadisler yanında zayıf hadisler de olduğu gibi, râvîleri içinde halleri meçhul olanlar da vardır. Abdürrezzâk'ın "Musannef" i, Beyhakî, Taberânî ve Tahâvî'nin kitapları...gibi. Bu kitaplardaki hadislerden ancak, hadis uzmanları yararlanabilir.

Dördüncü Tabaka: Bu dereceye giren kitaplar, büyük muhaddisler döneminden ve "tasnif" devrinin bittiği tarihlerden sonra ortaya çıkan, hadis ilmiyle ilgisi olmayan ve bu yolu bir menfaat kapısı haline getiren ehliyetsiz kişilerin yazdığı, içi uydurma ve hurafelerle dolu olan kitaplardır. İbn Mürdeveyh, İbn Şâhîn, Ebû'ş-Şeyh... gibilerin kitapları bu tabakadan olup, bunlardan, amel edilmek üzere asla hadis alınamaz.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] HADİS

HÂDİS

Varlığının başlangıcı olmayan, varlığı kendinden olan; kadîm'in zıddı.

Lügatte; vâki olmak, yok iken var olmak, yeniden meydana gelmek anlamına gelen (ha-de-se) kökünden ism-i fâil.

Istılahta ise lügat anlamını korumakla birlikte, daha ziyâde âlem için kullanılmakta olup, bir şeyin yokluktan (adem) sonradan meydana gelmesi, öncesinin yokluk olması ve mevcut olmasının bir var ediciye (mûcide) muhtaç olmasıdır.

Bilindiği üzere İslâm kelâmına göre, temelde iki tür varlık vardır. Bunlar; vâcib ve mümkün olan varlıklardır. Bir de hüküm itibâriyle yokluğu zâtının gereği olan mümteni' varlık vardır ki, bu varlığın özelliği var olmamaktır. Bu iki tür varlıktan vâcib varlık, varlığı zâtının gereği olan, var oluşumda bir başkasına muhtaç olmayan, özelliği var olmak olan varlıktır ki, buna kadîm (öncesiz) varlık denir. Mümkün varlık ise, ne varlığı ne de yokluğu kendinden olmayan, kendine nisbetle varlığı da yokluğu da birbirine eşit olan varlıktır. İşte hâdis tabiri ancak bu tür, yani mümkün varlık için sözkonusudur. Kadîm varlık için bir var edici sözkonusu değildir; zâtı (özü) varlığını gerektirir.

Buradan hareketle kelâm ilminde fazlaca kullanılan hudûs delilinde âlemin mümkün varlık olması dolayısıyla hâdis olduğu kabul edilerek, buradan, Allah'ın varlığının isbâtına gidilmektedir. Bu delili ilk defa kullanan, Ca'd b. Dirhem (ö. 118/736)'dir. Ancak İslâm aleminde sistemli bir şekilde ilk olarak bu delilden bahseden el-Kindî (ö. 252/866) olmuştur.

Bu delil şöyle ifade edilir: Âlem hâdistir (sonradan meydana gelmiştir). Her hâdisin de bir muhdisi (meydana getiricisi) vardır. O halde, âlemin de bir muhdisi vardır; o da Allah'tır.

Bizim için burada sözkonusu edilen "hâdis" meselesini, yani birinci öncülü ele alırsak, bunu kelâm âlimleri şöyle açıklamışlardır: Âlem cevherlerden, cisimlerden ve arazlardan meydana gelir. Cevherler ârazlardan hâli değildir. Yani, cisim arazsız olamaz. Ârazlar ve sıfatlar ise daima değişmekte, dolayısıyla daima yenilenmektedirler. Yenilenen ve değişen şeyin ise ezelî yani kadîm olması mümkün değildir. Buna göre; cevher, cisim ve arazlardan meydana gelen âlemin de hâdis olması gerekir; zirâ bunlar hâdistir. Âlem hâdis olunca, var olup olmaması da eşit olmuş olur. Bu eşitliği var olma yönüne kaydıran bir yaratıcı gerekir ki, o da irade ve kudret sahibi olan yüce Allah'tır.

İki türlü hâdis vardır. Bunlar, yaratılmış olan, yok iken sonradan var olan, öncesi zaman itibariyle yokluk olan zamanî hudûs ile, varlığı kendinden olmayan, var olmak için başkasına muhtaç olan zâtî hudûs'tur. Zâtî hudûs, zamanî hudûstan daha umûmîdir. Her ikisinin zıddı da, her iki şekliyle zamanî ve zâtî kıdemdir (Curcânî, Ta'rîfât, Beyrut,1983, s. 81-82).

Fahreddin er-Râzî, cisimlerin hâdis olması konusunda ihtilâfın söz konusu olduğunu, ancak bu hususta mümkün olan görüşlerin şu dört ihtimali aşmadığını söyler:

a) Özü (zâtı) ve sıfatları hâdis olur: Bu görüş müslümanların, hristiyanların, yahudilerin ve mecûsîlerin görüşüdür.

b) Özü ve sıfatları kadîm olur: Aristo, Thophrastus, Samistiyos, Proclus ve Farâbi ile İbn Sinâ gibi filozofların görüşüdür.

c) Özü kadîm, sıfatları hâdis olur: Bu görüş de, Aristo'dan önce yaşamış olan Tales, Phisagor ve Sokrat gibi... filozofların görüşüdür.

d) Özü hâdis, sıfatları kadîm olur: Bu görüş kâinatın sıfatlarının kadîm, özünün hâdis olması demektir ki, bunu hiçbir âlim iddia edemez (Fahreddin er-Râzî, el-Muhassa, Kelâma Giriş çev. Hüseyin Atay, Ankara 1978, s.109-113). Yukarıda işaret edilen cevher ve cisimlerin hudûsundan âlemin hudûsuna ve dolayısıyla da Allah'ın varlığına ulaşmanın Hz. İbrâhim'in metodu olduğu söylenir. Zirâ, Hz. İbrâhim Kur'ân-ı Kerîm'de geçtiği üzere yer ve gökte hüküm süren ilâhî kudretin tecellîsini görmek ve sağlam bir kanâate varmak için yıldızlardan başlayarak, sonra ayın ve daha sonra da güneşin doğup batmasını yani önce görünüp sonra yok olmasını dikkate alarak, "Ben sönen, batanları sevmem..." demiştir (el-En'âm, 6/75-79). Hz. İbrahim'i bu sonuca ulaştıran şey, değişikliğe uğrayan cisimlerin hâdis oluşu ve O'nun anlayışındaki ilâhî tecellînin ise, doğup batmayan, kaybolmayan yani hâdis olmayan; kısacası, dâim ve kadîm olan bir varlık olmasıdır. İşte o da Yüce Allah'tır.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] Ekonomide Hz.Muhammed mucizesi!


Günümüzde dünya ekonomisi yüzlerce sorunla başetmeye
çalışırken, yüzyıllar önce HZ Muhammed'in oluşturduğu ekonomik

düzenin istikrarı nasıl sağladığını biliyor musunuz? İşte Hz.

Muhammed'in ekonomide istikrar getiren anlayışı;

yazının devamı
http://forum.nuvegroup.com/index.php?topic=283.0

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] kardeşlik çağrisi:)

Grup Kardeşlik Çağrısı'nın ikinci albümü olan "Nereye Bu
Gidiş" Ekin Müzik'ten Çıktı.
Uzun bir aradan sonra Kardeşlik Çağrısı yeni bir eser ile yeniden
aramızda. İlk albümleri büyük beğeni ile karşılanmış olan
Grup Kardeşlik Çağrısı bu yeni çalışmasında da yine
"Müslümanların duygu, özlem, acı ve sevinçlerini" müzikle
ifade etmeye çalışıyor. Kolektif bir çalışmanın ürünü olan
bu yeni eserde de yeryüzündeki şahitliğin ve mücadele azminin
fikir, söylem ve meydanlardan sonra notalarla kendini göstermesi
amaçlanmış. Kardeşlik çağrısı popüler kültürün üzerimize
saldığı "uyuşturucu, uyutucu ve küçük düşürücü müzik
sefaletinden" Müslümanların kurtulmasına, mücadele ve
kimliklerini yansıtan yeni ve özgün eserlerin sunumu bağlamında
küçük ama önemli bir adım olarak değerlendirilmelidir.

Kardeşlik Çağrısı'nın "Nereye Bu Gidiş" adlı albümü
aynı zamanda yayınevimizin ilk albüm çalışması olan Grup
Yürüyüş'ün "Umuda Yürüyüş" adlı çalışmadan sonra
prodüksiyonunu gerçekleştirdiği ikinci albüm çalışması oldu.
Başta Grup Kardeşlik Çağrısı elemenaları olmak üzere emeği
geçen tüm kardeşlerimizi tebrik ediyor, yeni çalışmalarında
başarılar diliyoruz.

Grup Kardeşlik Çağrısı imzalı albümde Kürtçe ve Türkçe olmak
üzere on parça bulunmakta.

Albüm İçerisinde Yer Alan Eserler

1 - Ağacan

2 - Nereye Bu Gidiş

3 - Hewidar

4 - Son Nebi

5 - Mehkum

6 - Bahar

7 - Allah Diye

8 - Werem Herin

9 - Sürgündeyim

10 - İmamê Me

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Bir kitap reklamı - Ermeni Kışkırtması İngiliz Vahşeti
Ermeni kışkırttı, İngiliz 15 bin Türk'ü kör etti!
İngilizler'in 15 bin Türk esire, Ermeni oyunuyla nasıl bir vahşet uyguladığı belgelendi. Muhammet Taşçılar'ın haberi
26 Mayıs 2006 11:31
Yazı boyutunu büyütmek için         

Birinci Dünya Savaşı'nda 150 bin Türk askeri, İngilizler'e esir düştü. Bu
esirlerden bir kısmı Mısır'ın İskenderiye şehri yakınındaki Seydibeşir Usare
Kampı'nda hapsedildi. Bu kampta, 1918'de Filistin cephesinde esir düşen 16.
Tümen'in 48. Alayı'na bağlı Osmanlı askerleri tutuluyordu. 12 Haziran
1920'ye kadar 2 yıl boyunca işkence, eziyet, ağır hakaret ve aşağılanmaya
maruz kaldılar.
ALÇAK TERCÜMANLAR
Bu insanlık dışı muamelenin sebebi ise Ermeniler idi. Kamptaki Türkçe bilen
Ermeni tercümanların yalan, yanlış çevirileri ve kışkırtmaları yüzünden
kamptaki İngiliz komutanlar azılı birer Türk düşmanı kesilmişlerdi.
Savaş bitmişti. Ancak kamptaki ağır şartlar yüzünden ölenler dışındaki
askerleri teslim etmek, İngilizlerin işine gelmiyordu. Çünkü muhtemel yeni
bir savaşta, bu askerlerin yeniden karşılarına çıkabilecekleri, Ermeniler
tarafından İngilizlerin beyinlerine işlenmişti. Çözüm toplu katliamdı..

ZORLA ZEHİRLİ HAVUZA
Askerlerimiz, mikrop kırma bahanesiyle süngü zoruyla dezenfekte havuzlarına
sokuldu. Ancak suya normalin çok üzerinde krizol maddesi katılmıştı.
Mehmetçik daha ayağını suya soktuğunda aşırı krizol maddesi nedeniyle
haşlanıyordu. Ancak İngiliz askerleri, dipçik darbeleri ile askerlerimizin
havuzdan çıkmalarına izin vermiyordu.

TOPLU GÖZ KATLİAMI
Mehmetçik bele kadar girdikleri suya başlarını sokmak istemiyordu.
Ancak bu defa İngilizler havaya ateş açmaya başladı. Askerlerimiz ölmemek
için çömelerek başlarını suya soktular.
Ancak başını sudan çıkartan artık göremiyordu. Çünkü gözleri yanmıştı. Sudan
çıkanların halini gören sıradaki askerlerimizin direnişleri de fayda
vermedi..
15 BİN ASKERİMİZ KÖR OLMUŞTU..
İmge Kitapevinin sitesinde yer alan bilgi ise şöyle:
BİR TÜRK SUBAYININ İNGİLİZ ESİR KAMPINDA ÜÇ YILI
Mısır'dan dönen Türk esirlerinin bir çoğunun kör olması, buradaki baskıların sadece psikolojik değil işkence ve zulüm boyutuna vardığının da delili olarak ileri sürülebilir. Özellikle bazı Ermeni doktorların tedavi maksatlı olarak kendilerine gelen Türk esirlerin gözlerinin kör edilmesi operasyonunda rol aldıkları da açıktır. Bu olay ilk kez 28 Mayıs 1921 Cumartesi günü yapılan TBMM'nin 37'nci oturumunda Edirne Milletvekilleri Faik ve Şeref Beyler tarafından gündeme getirilmişti. Bu iki milletvekilinin önergesinde, "Mısır'da bi'l-intizam, İngilizlerin ilaçla temizleme bahanesiyle yeterli miktardan fazla krizol banyosuna sokarak gözlerini kör ettikleri 15.000 vatan evladının üzerinde tatbik edilen bu cinayeti, önceden tasarlayarak uygulayan İngiliz doktorlarla garnizon komutanı ve subayların suçlu ilan edilmelerini" teklif ediyorlardı. İşte bu kitapta, vicdan ve vazife duygularına sahip bedbaht bir şahsın, tesellisi mümkün olmayan dert ve elemlerine şahit olacaksınız.
Yayıma Hazırlayan : A. Talat Duru
Yayıma Hazırlayan : Ahmet Uçar
Kategori: Anı / Türkçe
Özellikler: Boyut: 13,5 x 21 / ithal kitap kağıdı / 200 sayfa / 1. Baskı
Yayın Tarihi: Temmuz 2004

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Efendi Hazretleri’nden

 

Ey iman edenler! Allah'a ve Resulüne hıyanet etmeyiniz.

Böyle yaparsanız, bilerek emanetlerinize hıyanetlik etmiş olursunuz.
Âyeti Celile’nin sebebi nüzülûnu anlatalım: Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem, Beni Kurayza yahudilerinin kalelerini muhasara etti. Kurayzalılar Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’den Şam topraklarında Eriha denilen mahalle göç etmelerini istediler.
Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem beni Kurayza'ya Saad ibni Muaz'ın hükmüne razı olmalarından başka hiç bir şeye müsaade etmiyeceğini bildirdi. Yahudiler bu teklifi kabul etmediler ve Cenâbı Resûl Sallallahü Aleyhi ve Sellem’den, Ebu Lübabe'yi kendilerine göndermesini istediler.
Ebu Lübabe onların nasihatçısı idi, çünkü malları ve ehli iyâli yahudilerin içersinde idi. Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem Ebu Lübabe'yi onlara gönderdi, onlar:
"Ey Ebu Lübabe! Ne dersin? Saad ibni Muaz'ın hükmüne razı olalım mı?" diye sordular. Ebu Lübabe eliyle boğazını işaret ederek, Saad hakkındaki düşüncesini onlara bildirdi. Bu işaret: "Saad'ın hükmü keskindir. Sakın buna razı olmayın." demekti. Bu bir hıyanetti, ama olmuştu bir kere.
Ebu Lübabe buyuruyor: "Onlara işaret ettim. Vallahi ayaklarım oradan ayrılmadan, Allah ve Resulü’ne hıyanet ettiğimi bildim." diyor. Sonra, Ebu Lübabe hiç etrafına bakınmadan ve Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem’e uğramadan doğru mescide gitti ve kendini mescidin direklerinden birine bağladı da: "Vallahi ölünceye kadar, yahut Allah tevbemi kabul edinceye kadar yiyecek, içecek tatmayacağım." dedi.
Ebu Lübabe'nin bu durumu Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem’e ulaşınca, Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem: "Bana gelmiş olsaydı, onun için istiğfar ederdim, fakat o yapacağını yapmış, Allahü Tealâ tövbesini kabul edinceye kadar onu çözüp salamam." buyurdu.
Ebu Lübabe bu hâlde yedi gün mescidde kaldı, bayılıncaya kadar bir şey yemedi ve bir şey içmedi, sonra Allahü Tealâ tövbesini kabul etti. Kendisine tövbesinin kabul edildiği haber verilince, Ebu Lübabe bu defa: "Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Selllem gelip beni çözünceye kadar, vallahi kendimi çözmem." dedi.
Sonra Peygamber Sallallahü Aleyhi ve Sellem Efendimiz mübarek elleriyle Ebu Lübabe'nin düğümlerini çözdü. Tövbesi kabul edilen ve ipten kurtulan Ebu Lübabe: "Ey Allah’ın Resulü! Tövbemin tamam olması için, günah isabet eden kavmin arasında bulunan evimden ayrılacağım ve bütün malımdan sıyrılacağım." dedi. Resulullah Sallallahü Aleyhi ve Sellem ise: "Tasadduk etmen için malının üçte biri kâfidir." buyurdu.
Bunun üzerine bu Âyeti Celîle nazil oldu. Şeriatın aleyhine konuşmak Allah’a hainliktir. Insanoğlu kendi kârı için Allah'a hainlik edebilir. Insanlar arasındaki alacaklar da, verecekler de hep emanettir. Meselâ: Bir kimsenin baltası odun kesmek için emaneten alınsa da, sonra onunla taşa vurulsa, bu, emanete hainlik demektir.
(Va’lemû) Biliniz, (innemâ) ancak, (emvâlüküm) mallarınız, (ve evlâdüküm) ve çocuklarınız, (fitneh) fitnedir. (Ve innallâhe) Muhakkak Allah, (indehû) onun yanındadır, (Ecrun Azıym) Büyük Ecir.
"Biliniz ki! Mallarınız ve evlâdınız birer fitne (imtihan) dir. Şüphesiz büyük mükafat ise Allah katındadır." Insanlara isabet eden musibetlerin çoğu mal ve evlât sebebiyledir. Bakın! Ebu Lübabe'nin hainliğine kim sebep oldu? Evlâtları ve malı değil mi? Şeytan bir dakika zaman bulsa, insanları yoldan çıkarmaya çalışıyor. Bizler de bir dakika müsait bir zaman bulduğumuzda bir insanı doğru yola almaya çalışalım.
onra, bu peygamberlerle salih kimselerin arkalarından (kötü) bir nesil geldi ki, namazı terkettiler, şehvetlerine uydular. Bunlar da cehennemdeki Gayya vadisini boylayacaklardır."
Alâuddini Attar Kuddise sırruhu büyük bir zenginin oğlu idi. Şahı Nakşibend Hazretlerinin de bir kızı varmış. Hanımına "Kızımız ne zaman bulûğa ererse, bana haber ver." demiş.
Nakşibend Hazretleri bir gün kızının bulûğa erdiğini haber almış, derhal medreseye gitmiş, bakmış ki Alâuddini Attar Kuddise sırruh bir köşeye çekilmiş, bir hasır üzerinde oturuyor. Alâuddin Attar mürşidini görünce, ayağa kalkmış, onun elini öpmüş. Nakşibend Kuddise Sırruh Hazretleri: "Oğlum! Ben elimi öptürmeye gelmedim. Bir kızım var. Onu sana teklif etmeğe geldim." demiş.
Alâuddini Attar Kuddise Sırruhu Hazretleri: "Bu benim için büyük bir nimettir; ama görüyorsunuz altımda eski çürük bir hasır ve yanımda çamurdan yapılmış bir çömleğimden başka bir şeyim yok." demiş.
Nakşibend Kuddise Sırruhu Hazretleri buyurmuşlar ki:
"Oğlum! Senin ve onun, Allahü Tealâ'nın indinde mukadder bir rızkınız vardır ki, onun ne şekil geleceğini siz bilmezsiniz." demiş ve kızını ona nikâhlamış.
Alâuddini Attar Kuddise Sırruhu Hazretleri çok zengin birisinin oğluydu. Babasının mirasından tek bir kuruş dâhi kabul etmeyerek, Buhara medreselerinden birine ilim tahsili için gitmişti. Sonunda Nakşibend Kuddise Sırruhu Hazretlerinin hem damadı, hem de halifesi oldu.
Iman eden kimselerin, emirlere, tam teslim olması lâzımdır. Sadece "Lâ ilâhe illallah" demekle kişi kurtulmuş olur mu? Olmaz!
Niçin?
Namaz var. Namazını kıldı. Kurtuldu mu? Kurtulmadı. Niçin?
Oruç var. Orucunu tuttu. Kurtuldu mu? Kurtulmadı. Zekât var. Miras var. Kısaca karşımızda çok işler var.
Aman, kendimizi beğenmeyelim!
Allahü Tealâ Hazretleri: "Ey Müminler doğru cennettesiniz." buyursaydı, doğru cennetteydik. Fakat: "Ey Müminler! nefislerinizi koruyunuz." buyurdu. Iftira etmekten, gıybetten, söz taşımaktan, sui zanda bulunmaktan sakınmak var, faizden sakınmak var. Gördünüz mü bizi ne işler bekliyor?
"Aman, Hoca Efendi, çok karıştırma!" demeyiniz. Zira "Nefislerinizi koruyunuz!" emri var. Bu emir nasıl yerine gelir? Mirasta Allah’ın hududuna teslim olmakla, ana babaya hürmetle, küçüklere merhametle, kezalik, müslümanların haklarına riayetle. Islâmın bütün emirlerini, farzlarını, vaciplerini, sünnetlerini, müstehaplarını, hakkıyla yerine getirmekle.
Bir kumru, bizim caminin penceresinin önüne bir yuva yaptı. Içeriden oraya bakıyorum; kumru çıkıp gidiyor, yiyecek bir şeyler bulup tekrar geri geliyor; yavrusunun yanına yaklaşıyor, getirdiklerini onun ağzına koyuyor.
‘Ben çocuk büyütüyorum’ deyip de iftihar etmeyin. Kumru kuşu da yavrusunu büyütüyor. Eğer evlâdını yetiştirmekle meşgulken, Allahü Tealâ'ya itaat ediyorsan, o zaman kumru kuşundan farklısın.
Ey Müslümanlar!
Islâmın farzlarını, vaciplerini sünnetlerini, edeplerini yapınız. Allahü Tealâ'ya çok şükredelim, şükredersek çok büyük oluruz.
Bu işleri bilmezse insanın sivri sineğin kanadı kadar kıymeti yoktur. Kur’anı Kerim’in bir kelimesinin manasını dahi bilmek ne büyük şeydir. Bakın (kurâ) kelimesi: ‘Vikaye ediniz, koruyunuz’ anlamındadır.

Bunu anlayabildiğimiz için çok şükredelim.



Real-time chat with your friends http://messenger.msn.com/?mkt=tr
 
  [islami-hassasiyet] HER ÖNÜNE GELENE SORU SORUP BİLGİ ALMAK
ledunn´isimli Arkadaşımız Yazmış (Alıntı)

1. Okuyup araştırmak yerine işin kolayına kaçıp, hemen her şeyi, ehil olup olmadığına bakmaksızın, başkalarından sormayı tercih etmek.
2. Ehil insanların az olması ve onlara ulaşmanın güçlüğü.
3. Hakikatlerin nefse ağır gelip, nefsânî arzu ve menfaatlerle çatışması.
4. Dini yaşama ve yaşatma gibi bir hassâsiyetin olmayışı.
5. Dinî mevzûlara karşı alâkasızlık.
6. Yaşayıp tatbik etmek için değil de, sadece zihni meşgul ettiği için sorma düşüncesine sahip olmak.
7. Her önüne gelene inanmak. Halbuki, fâni ve zâil olmaya mahkûm olan dünyevî ihtiyaç ve meselelerimizde bile, en iyisi, en güzeli olsun diyerek araştırıp ihtimam gösterirken; sönmeyen, bitmeyen, ebedî âleme ait hususlarda aynı titizlik ve hassâsiyeti göstermemek, nefsin aldatmacasından başka bir şey değildir.
 
mehmetselimpolat@msn.com
///////////////////////////////////////////////

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 

ARCHIVES
Kasım 2005 / Aralık 2005 / Ocak 2006 / Şubat 2006 / Mart 2006 / Nisan 2006 / Mayıs 2006 / Haziran 2006 /


Powered by Blogger