islami hassasiyet
Pazar, Nisan 30, 2006
  [islami-hassasiyet] Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİP-Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı:

Allahın arslanı ve Resûlullahın dâmâdı: Hz. ALİ BİN EBÎ TÂLİB

Hz. Ali Resûlullah efendimizin amcasının oğludur. Hâne-i saâdette büyüdü. 10-12 yaşlarında iken, birgün Resûlullah ile Hz. Hatice’nin beraber namaz kıldığını gördü. Namazdan sonra Resûlullaha sordu:

- Bu nedir?  

- Bu Allahü teâlânın dînidir. Seni bu dîne da’vet ederim. Allahü teâlâ birdir, ortağı yoktur. Lat ve Uzza isimli putları terketmeni emrederim.

- Önce babama bir danışayım.

- İslâma gelmezsen, bu sırrı kimseye söyleme!

Hz. Ali ertesi sabah, Resûlullahın huzuruna gelerek dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Bana İslâmı bildir.

Bunun için göremiyorum

Böylece Müslüman oldu. Müslüman olanların üçüncüsü, çocuklardan ise birincisidir.

Peygamberimiz, bazen kuşluk vaktinde, Mekke vâdilerine doğru çıkıp gider, Hz. Ali de, babası Ebû Tâlib’den, bütün akrabâlarından ve halktan gizli olarak Peygamberimizle birlikte gider, namazlarını oralarda kılarlar, akşamleyin de, dönerlerdi.

Birgün, Hz. Ali’nin annesi Fâtıma hâtun, kocası Ebû Tâlib’e dedi ki:

- Ali’nin, Muhammed’in yanına devam ettiğini görüyorum. Senin başına, Muhammed tarafından, oğlun hakkında, güç yetiremiyeceğin bir iş gelmesinden korkuyorum!

- Demek, oğlumu bunun için göremiyorum?

Hemen, Peygamberimizle Hz. Ali’nin ardına düştü. Onlara, Batn-ı Nahle vâdisinde, namaz kıldıkları sırada, rastladı. Peygamberimize sordu:

- Ey kardeşimin oğlu! Edindiğini gördüğüm bu din, ne dînidir?

- Ey Amca! Bu, Allahın dînidir. Allahın meleklerinin dînidir. Allahın peygamberlerinin dînidir. Babamız İbrâhim’in dînidir ki, Allahü teâlâ, beni, Peygamber olarak bununla, bütün kullara gönderdi.

Ey Amca! Doğru yola çağıracağım kimselerden, buna, en çok sen lâyıksın! Bu yoldaki da’vetimi kabûl etmeye ve bana yardımcı olmaya, sen, herkesten daha lâyıksın!

Peygamberimiz, amcasını, İslâmiyete, tevhîde, Allahın birliğine inanmaya ve putlara tapmaktan vazgeçmeye da’vet etti. Ebû Tâlib dedi ki:

- Vallahi, yaptığınız veya söyledikleriniz şeylerde bir mahzûr yoktur. Ey kardeşimin oğlu! Ben, atalarımın dîninden ve ona bağlılıktan ayrılmaya güç yetiremiyeceğim. Fakat, sen, gönderildiğin şey üzerinde dur!

Ben sağ oldukça

Ebû Tâlib şöyle devam etti:

- Vallahi, ben sağ oldukça, yapmak istediğini tamamlayıncaya kadar, sana, hoşlanmıyacağın bir şey erişmeyecektir!

Hz. Ali’ye de, hoşlanmayacağı bir şey söylemedi. Ona sordu:

- Ey oğulcuğum! Üzerinde bulunduğun bu din, nedir?

- Babacığım! Ben, Allaha, Allahın Resûlüne îmân ve onun, Allah tarafından getirdiklerini de, tasdîk ettim. O’na tâbi oldum!

- O, seni, ancak, hayır ve iyiliğe da’vet eder. Sen, onun yolunu tutmakta devam et! Yavrum! Amcanın oğlunun da’vet ettiği şeye, senin de, istiyerek girmen, yaraşır.

Sevgili Peygamberimiz Allahü teâlânın emriyle Mekke’den Medîne’ye hicret ederken Hz. Ali’ye kendi yatağında yatmasını, bıraktığı emânetleri sahiplerine vermesini söyliyerek buyurdu ki:

- Bu gece yatağımda yat, uyu! Şu hırkamı da üzerine ört! Korkma, sana hiçbir zarar gelmez! 

Hz. Ali, Peygamber efendimizin emrettiği şekilde yattı. Habîbullahın yerine, hiç korkmadan, kendi nefsini fedâ etmeye hazırdı.

Burada ne bekliyorsun?

Hicret gecesi müşrikler, Resûlullah efendimizin saâdethânelerinin etrafını sarmışlardı. Peygamber efendimiz, evlerinden çıktılar. Yâsîn-i şerîf sûresinin başından on âyet-i kerîmeyi okudular ve bir avuç toprak alıp kâfirlerin başına saçtılar. Resûlullah efendimiz sıhhat ve selâmetle aralarından geçip, Hz. Ebû Bekir’in evine ulaştı. Müşriklerden hiçbiri onu görememişti.

Bir müddet sonra müşriklerin yanına biri gelip sordu:

- Burada ne bekliyorsunuz?

- Evden çıkmasını bekliyoruz.

- Yemîn ederim ki, Muhammed aranızdan geçip gitti, başınıza da toprak saçtı.Müşrikler, ellerini başlarına götürdüler. Hakîkaten, başlarında toprak buldular. Derhal kapıya hücum edip içeri girdiler.

Hz. Ali’yi, Resûl aleyhisselâmın yatağında görünce, Resûl-i ekremin nerede olduğunu sordular. Hz. Ali cevap verdi:

- Bilmem! Beni, onun muhâfazasına me’mur mu ettiniz?

Bunun üzerine Hz. Ali’yi tartakladılar. Kâ’be’nin yanında bir müddet hapsettikten sonra bıraktılar. Hz. Ali, Resûlullah efendimizin Kâ’be-i şerîfte devamlı bulundukları makâma oturdu. “Resûl-i ekremde kimin nesi var ise, gelsin alsın!” diye nidâ ettirdi. Herkes gelip, nişânını söyleyerek emânetini aldı. Böylece emânetler sâhiplerine teslim edildi.

Mekke-i mükerremede kalan Eshâb-ı güzîn, Hz. Ali’nin kanadı altına sığındılar. Resûlullahın saâdethâneleri Mekke’de olduğu müddetçe, Hz. Ali de orada kaldı. Allahın arslanı Hz. Ali, Kureyş kâfirlerinin toplandıkları yere giderek dedi ki:

- İnşâallahü teâlâ yarın Medîne-i münevvereye gidiyorum. Bir diyeceğiniz var mı? Ben burada iken söyleyin!

Nihâyet Ali'de hicret etti

Hepsi başlarını eğip, hiçbir şey söylemediler. Sabah olunca, Hz. Ali, Resûl-i ekrem efendimizin eşyâlarını toplayıp, Resûlullah efendimizin Ehl-i Beyti ve kendi akrabâları ile berâber yola koyuldu. Resûlullah efendimize, şişmiş olan ayaklarından kanlar akar vaziyette, Kubâ’da yetişti.

Gündüzleri saklanıp, geceleri yaya olarak yürüdüğü bu yolculuğun sonunda, Peygamberimizin huzûruna gidemiyecek bir hâle gelmişti. Resûl-i ekrem efendimiz bunu haber alınca, bizzat kendisi teşrif etmiş, Hz. Ali’yi görünce hâline acımış, Onu kucaklamış, mübârek elleriyle nârin, nâzik ayaklarını okşamış, kendisine âfiyeti için duâ buyurmuştu. Bunun üzerine; (İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allahü teâlânın rızâsı için nefsini fedâ eder) [Bekara 207] meâlindeki âyet-i celîlesi nâzil oldu.

Peygamber efendimiz, bir gece eve vardıklarında buyurdu ki:

- Yâ Âişe! Hiç yemeğin var mıdır?

Sözleri biter bitmez kapı çalındı. Kapı açıldığında, Hz. Ebû Bekir, Hz. Ömer ve Hz. Ali’nin gelmiş olduğunu gördüler. Peygamber efendimiz sordu:  

- Bu vakitte gelmenizin sebebi nedir?

- Yâ Resûlallah! Üç gündür birşey yemedik. Çok acıktık. Mübârek yüzünüzü görerek açlığımızı unutmak için geldik.

Hasan ile Hüseyin de açtır

Hz. Ali ayrıca dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Hz. Fâtıma ile Hasan ve Hüseyin de üç gündür açlar.

Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Üç gündür ben de birşey yemedim.

Sonra Hz. Ali dedi ki:

- Yâ Resûlallah! Dün yoldan geçerken Mu’âz bin Cebel’in avlusundaki hurma ağacında, hurmalar gördüm.

Peygamber efendimiz:

- Kalkınız, Mu’âz’ın evine gidelim. Bizi hurma ile misâfir etsin, buyurdu.

Resûlullah efendimiz ve üç büyük Eshâbı, Hz. Mu’âz’ın kapısına vardılar. Hz. Ebû Bekir:

- Yâ Mu’âz devlet kuşu başına kondu. Allahın Resûlü evine teşrif etti, diye seslendi.

Fakat, evde bu sesi kimse duymadı. Yalnız Mu’âz hazretlerinin küçük kızı duymuştu. Annesine, Hz. Ebû Bekir’in kapıya geldiğini söyledi. Annesi inanmadı ve dedi ki:

- Kızım, bu vakitte Hz. Ebû Bekir’in kapımızda işi ne?

Tekrar yattılar. Sonra Hz. Ömer ve Hz. Ali seslendi. Kız çocuğu tekrar annesine gitti ise de annesini inandıramadı. Yine yatıp uyudular. Daha sonra Peygamber efendimiz, “Yâ Mu’âz!” diye seslenince, kızcağız, bu sefer, babasına gidip seslendi:

- Babacığım, ne duruyorsun, başımıza devlet kuşu kondu. Allahü teâlânın Resûlü ve üç Eshâbı kapıya gelmişler, seni çağırıyorlar.

Hurmalar hiç eksilmedi

Mu’âz hazretleri hemen kapıya koştu. Misâfirlerini içeri aldı. Peygamber efendimiz buyurdu ki:

- Yâ Mu’âz! Üç gündür ben ve Eshâbım hiç yemek yememişiz. Dün Ali yoldan geçerken sizin avludaki hurma ağacında hurmalar görmüş. Geldik ki bizi hurma ile misâfir edesin!

Hz. Mu’âz çok üzülerek cevap verdi:

- Yâ Resûlallah! Bugün hurmaları toplayıp bir kısmını yedik, geri kalanını da fakîrlere dağıttık. Hiç hurmamız kalmadı.

Bunun üzerine Peygamber efendimiz, evde gördüğü büyük bir sepeti Hz. Ali’ye vererek buyurdu:

- Yâ Ali, bu sepeti eline al! Hurma ağacının yanına var! Benden selâm söyle, Resûlullah senden hurma istiyor diye söyle!

Hz. Ali emredildiği şekilde gidip, Resûlullahın selâmını söyleyince, ağaç hurma ile doldu. Sepeti doldurup getirdi. Herkes yediği hâlde hurmalardan hiç eksilme olmadı.

Muhtaç olduğu hâlinden belli olan fakîr biri, Hz. Ali’nin huzûruna gelip oturdu. Hz. Ali kendisine sordu:

- Benden bir isteğin mi var?

Adam utancından, söz ile cevap veremeyip işâret ile muhtaç olduğunu bildirdi. Hz. Ali yanında bulunan, giyecek ve yiyecekleri verdi.

Muhtaç kimse çok sevindi, sonra da çok güzel bir beyit okudu. Okuduğu beyitten hoşlanan Hz. Ali, çocukları için ayırdığı üç altını da verdi.

Değeri yaptığıyla ölçülür

Fakîr, sevincinden ne yapacağını şaşırdı. Hz. Ali, Peygamber efendimizden işittiği şu hadîs-i şerîfi ona nakletti:

(Herkesin değeri, söylediği güzel sözlere, yaptığı iyi işlere göre ölçülür.)

Harbin birinde, Hz. Ali’nin ayağına bir ok saplandı. Ok, kemiğe girdiği için çıkarılamadı. Sonra doktor çağırdılar. Doktor dedi ki:

- Bu oku çıkartabilirim. Fakat, çok ağrı yaptığı için tahammül edilemez. Onun için bayıltmam lâzım.

Hz. Ali şöyle cevap verdi:

- Bayıltmana lüzûm yok. Biraz bekleyin, namaz vakti girince namaza duracağım. O zaman ayağımdaki oku çıkartırsınız.

Dediği gibi yaptılar. Namaza durunca ayağını yarıp oku çıkardılar, hiçbir şeyi hissetmedi.

İşte büyüklerimiz böyle namaz kılarlardı.

Hz. Ali buyurdu ki:

- Müslümanlar, âhırete inanıyor. Kitapsız kâfirler, inkâr ediyor. Tekrar dirilmek olmasaydı, inanmıyanlar birşey kazanmaz, müslümanlar da, zarar etmezdi.

Fakat, kâfirlerin dediği olmayınca, sonsuz azâb çekeceklerdir.

Peygamber aleyhisselâm, birgün kızı Hz. Fâtıma’nın evine teşrif etmişti. Hz. Ali’yi evde bulamayınca kızına sordu:

- Amcamın oğlu nerededir?

- Babacığım, aramızda küçük birşey olmuştu da, dışarı çıktı.

Ali nerededir?

Resûl-i ekrem efendimiz, Hz. Ali’yi aramaya çıktı. Yolda rastladığı Hz. Sehl’e sordu:

- Ali nerededir, gördün mü?

Hz. Sehl arayıp, mescidde olduğunu haber verdi.

Resûlullah Hz. Ali’nin yanına geldi. Hz. Ali, toprağın üzerine yatmış, hırkası omuzundan düşmüş, vücudu toz-toprak içinde kalmıştı.

Resûl-i ekrem bir taraftan toprakları silkeliyor, bir taraftan da:

- Kum, yâ Ebâ Türâb! Ya’ni kalk, ey toprağın babası, diyordu.

Fahr-i kâinat efendimiz, Hz. Ali ile birlikte evlerine gittiler.. Hz. Ali kendisine, Ebû Türâb denilmesinden çok hoşlanırdı.

Çünkü bu lakâb, ona, Allah Resûlünün verdiği ma’nevî bir taltif idi.

Bir gün Hz. Ali’nin annesi Fâtıma hâtun, Ebû Tâlib’e sordu:

- Oğlun nerede?

- Ne yapacaksın onu?

- Âzâdlı kadın kölem, Ecyad’da, onu, Muhammed’le birlikte namaz kılarken gördüğünü, bana haber verdi.

Sonra da Ebû Tâlib’e, “Sen, oğlunun dînini değiştirmesini uygun görüyor musun?!” diye çıkışınca, Ebû Tâlib şu cevâbı verdi:

Üstünlük sırası

- Sus! Amcasının oğluna arka ve yardımcı olmak, elbet, herkesten çok, ona düşer! Eğer, nefsim, Abdülmuttalib’in dînini bırakmak husûsunda bana boyun eğmiş olsaydı, ben de, muhakkak, Muhammed’e tâbi olurdum! Çünkü, o, halîmdir, emîndir, tâhirdir!

Bu cevap üzerine, Fâtıma hâtun da, sustu.

Osman-ı Zinnûreyn’den sonra üstünlük sırası Hz. Ali’dedir. Hilâfeti, ümmetin icmâ’ı ile sâbittir. Resûlullah, kızı Hz. Fâtıma’yı ona nikâh etmiştir. Daha önceleri de putlara saygı göstermediği için, “kerremallahü vecheh” lakâbı verilmiştir. Allahın, kerîm, şerefli, mübârek kıldığı yüz, ma’nâsındadır.

Hz. Ali buyurdu ki:

Ben, Resûlullah efendimizden işittim, şöyle buyurdu:

(Akıllı insana yaraşan; geçim husûslarının, âhıreti ilgilendiren hâllerin ve aîlevî mes’elelerin dışında, konuşmamaktır. Aklı başında olana yaraşan, hâline bakmak, dilini ve karnını faydasız şeylerden ve harâmdan korumaktır.)

Hz. Ali bir kalabalığı eğlence içinde görüp, böyle eğlenip neş’elenmelerinin sebebini sorduğunda, onlar dediler ki:

- Bugün bayramımızdır.

Bunun üzerine Hazret-i Ali de buyurdu ki:

- Günâh işlemediğimiz günler de bizim bayramımızdır.

Hz. Ali buyurdu ki:

- Amellerin en fazîletlisi, iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek ve günâh işliyeni sevmemektir. Kim ki iyiliği emrederse, mü’minin sırtını muhkemleştirmiş, sağlamlaştırmış olur. Kim de kötülüğü men eder ve ondan vazgeçirirse, münâfığın burnunu yere sürtmüş olur.

Hz. Ali Hendek savaşında, bir düşman askerini altedip, yere yatırdı. Kılıcını çekti. Tam vuracağı zaman, düşman askeri Hz. Ali’nin yüzüne tükürdü.

Niçin öldürmedin?

Hz. Ali kılıcını kınına koydu. Onunla savaşmaktan vazgeçti. Ölümünü bekleyen kimse, bu işten bir şey anlamadı. Hayretle kendisine sordu:

- Kılıcını çekmiştin. Beni öldürmene hiçbir engel yokken neden vazgeçtin? Öfken birden yatıştı.

Hz. Ali şöyle cevap verdi:

- Ben kılıcımı Allah için vuruyordum. Ben Allahın arslanıyım. Nefsin esîri değilim. Sen, benim şahsıma karşı yaptığın hareketten sonra seni öldürseydim, nefsim için öldürmüş olabilirdim. Hâlbuki her yaptığımı Allah için yapmam lâzımdır.

Hz. Ali, hayvanlarını kuyudan su çekerek sulayan bir bedevî ile anlaştı. Kuyudan çekeceği her kova su için, bedevîden bir avuç hurma alacaktı. Hz. Ali su çekmeye başladı. Son kovayı çekerken, kovanın ipi kopup, kova, derin kuyunun içine düştü.

Bedevî, kızgınlıkla Hz. Ali’nin mübârek yüzüne bir tokat vurup ücreti olan hurmayı da verdi. Hz. Ali kovayı kuyudan çıkardı. Bedevîye verip oradan uzaklaştı.

Onun dîni haktır

Bedevî, Hz. Ali’nin, derin kuyudan kovayı çıkarmasına hayret edip, kendi kendine, “Eğer onun dîni hak olmasaydı, bu derin kuyudan kovayı çıkaramazdı. Küstahlık yapan el bana lâzım değil” diyerek elini kesip Hz. Ali’nin evine gitti.

Hz. Ali kapıyı açıp Bedevîyi görünce, içeride bulunan Resûlullaha haber verdi. Peygamber efendimiz, Bedevîye, niçin böyle hatâ ettiğini sordu. Bedevî, ağlayarak yaptığı küstahlıktan özür dileyip îmâna geldi. Resûlullah, kesik eli yerine koyup duâ buyurdu. Hak teâlânın izni ile eli sapasağlam oldu.

Hz. Ali, şehîd edileceği gün sabah namazına giderken yolda şu beyiti okuyordu:

Ölüme hazır ol ki, ölüm elbet gecikmez,

Ölüm gelince artık feryâd fayda vermez.

Ramazan-ı şerîfin 17. Cum’a günü sabah namazına giderken, İbni Mülcem tarafından kılıçla alnına vurularak şehîd edildi. Kûfe’de, ya’nî Necef denilen yerde medfûndur. Diğer üç halîfe gibi Cennetle müjdelenenlerdendir.

Hz. Ali’nin kızı ve aynı zamanda Hz. Ömer’in hanımı olan Ümmü Gülsüm, hâdiseyi duyunca dedi ki:

- Babam da, kocam Ömer gibi sabah namazında suikaste uğradı.

Hz. Ali, vefât etmek üzere iken buyurdu ki:

- Yemînle söylüyorum ki, umduğuma kavuştum.

Sonra Kelime-i şehâdet getirerek vefât etti.



Real-time chat with your friends http://messenger.msn.com/?mkt=tr
 
  [islami-hassasiyet] Demirel : Türbanlı Arabistan'a gitsin
Sayın Demirel'in gerçek yüzü
Süleyman Demirel'den tepki çekecek sözler. Türbankonusunda "Başı bağlı okumak istiyorsan, S.Arabistan'a git" diyen Demirel, Arınç'ı düelloya çağırdı, Erdoğan'a yüklendi.
 
http://www.haber7.com/haber.php?haber_id=153882

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Büyüsün acı!
Büyüsün acı!

Acı, duygularının kefesindeki fazladanağırlıkları döker, dışarı atar.Yükte hafif pahada ağır kaygılaraduyarlı kılar kalbini. Acı, kalbininibresini, unutup uzakta bıraktığınölülere, kırılıp gecelere gömdüğünsevgililere göre yeniden ayarlar.Yıkıcı fırtınaları beklemenegerek kalmaz, minicik meltem kıpırtılarıbile duygularının kefelerinibir aşağı bir yukarı indirir.

Acı, kendi kabuğunu kıran tohum gibi toprağın ortasına salar seni. Bir teslim oluştur tohumun yaptığı. Kendini kaderin akışına bırakır; yağmurların serinliğine de, rüzgârın hoyratlığına da razı olur. Kabuğunu çatlatarak kendini kendi varlığının dışına taşırır. Sanki bilir ki, kendini kendinden öte taşı(r)manın tek yolu kabuklarından başlayarak kendi bütünlüğüne kıyılmasına izin vermektir, özünü ortaya koymanın yolu kabuğundan sıyrılmaktır; kendini kendinden ötede var etmenin sırrı kendi varlığını gözden çıkarmaktır.

Acı dokununca, tohum gibi dünya toprağının girdaplarına savurur insanı. Ürpertir, korkutur; riskin ortasına kor varlığını. Korunaklı ve konforlu çizgilerin berisinde kalıp hayatı seyreden olmaktan çıkarır seni, sahaya sürer, oyuna katar.

Bir bak, ne kadar çok acı gözlüyor yolunu. Sağdan soldan giderek kuşatıyorlar seni. Beslediğin her muhabbet, ucunda umulmadık bir ayrılığın tohumunu büyütüyor. Tadıyla sarhoş olduğun her sevda, dal uçlarında solgun vedalar besliyor. Bahar, koynunda sakladığı her çiçekle, göğsünde gezdirdiği her kelebekle sonbaharın hüznünü koyulaştırıyor. Mutluluk ve huzur kendi varlığını kuşattıkça; çizilecek kıvama yaklaşır hayatının kabuğu. Olgunlaştıkça dalından üzülmeye başlarsın meyve gibi. Acı, işte o zaman bir rüzgâr gibi gelir ve dalından alır seni. Tamamlandıkça kabuğundan sürgün olmaya ayarlanırsın tohumlar gibi. Acı, işte o an bir yağmur gibi, dokunur ve kabuğundan eder seni.

Acı göğsüne konuk olunca, varlığın iniş çıkışlarına karşı savunmasız kalırsın. Metal yüzlü konforların uzağına savrulur yüzün, ışığa ve gölgeye daha duyarlı olursun. Daha çok dalgalanır bedenin, var-yok arası bir ürpertinin kucağında salınırsın. Acı, duyguların üzerindeki görünmez o soğan zarını soyar; bir yarayı yeniden kanatır gibi yeni baştan sızıların yatağında yıkar seni. Suskunlukların örttüğü, tereddütlerin kör ettiği, unutuşların sağırlaştırdığı ne varsa, hepsinin üzerini açar, hüzne karşı çıplaklaştırır kalbini.

Kalbin taraçalarına düşen yağmurlar gibidir acı. Yağdıkça, kalbin toprağına gömülü tohumları uyandırır, vahşi çiçekler açtırır göğsünde. Değil mi ki, toprağın en çok yaralı olduğu yerde açar en güzel güller; sen de acının yarasına aç göğsünü. Yaralanmaya razı olmazsan, tohumlara beşiklik edemezsin, kazılıp karılmayı göze almazsan ekinlere annelik edemezsin.

Kıpırtısız bir denizi avucunda çalkalayıp duran kara suratlı bir fırtına gibidir acı. Kıyılarından taşırır seni; adını bilmediğin, sınırlarını tahmin edemediğin dere yataklarına koşturur seni. Yüzün bulanır, diplerinde saklı olan kirler tozlar yüzüne balkır. Ruhunun kuytularında uyuttuğun tortular uyanır, kalbinin odacıklarında paslandırdığın cam kırıkları savrulur, dudağına varır; diline damağına batar, gözlerinin pervazına yığılır.

Kendini hiç dinlemeyenlerin ülkesinde, ölgün ışıkların gölgesinde, kendi üzerine kıvrılıp duran yumak yumak acılarız her birimiz. Büyüdükçe, varlığımızın her köşesine, bedenimizin her hücresine acının köklerini uzatıyoruz aslında. Uzattıkça da dallandırıp budaklandırıyoruz acılarımızı.

Ama, uyansın istemiyoruz acılar, kımıldayacak olurlarsa hemen kamçılıyoruz. İçimizde sakladığımız yangınları inkâr ediyoruz; konuşmaya niyetli acıları susturuyoruz. Acılarımızı uyuta uyuta, kendi varlığımızı da yumuşak ve yapışkan bir anestezinin kuytusuna terk ediyoruz.

Bir olta gibidir acı. Ağza alması kolay; hepi hepsi iki hece. Ama varlığını hissettiğinde alıştığın sulardan çekip alıyor seni. Seni senden öte atıyor. Varlığının sınırlarına dokunduruyor kalbini. Zamanın duvarlarında parçalıyor emellerini. An’ın ürpertisini bir bıçak gibi göğsüne sokuyor.

Acı, ayağına yapışmış kırık cam parçaları... Yürüdükçe tüketiyor seni, tükettikçe sivriltiyor duygularını. Varlığının sessiz kıpırtılarında sana, seni yeniden hatırlatıyor, ruhunun incecik yarıklarından dışarı sızdırıyor seni.

Acın yoksa, ruhun bedeninde uyuyakalmış demektir. Acın yoksa, kendini kendine hapsetmişsin demektir.

02.04.2006
SENAİ DEMİRCİ

 



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] Re: Kitap Toplama Kampanyasi


28.04.2006 tarihinde halwet <halwet@gmail.com> yazmış:





TNT INTERNATIONAL EKSPRES TAŞIMACILIK ŞİRKETİNDEN DUYURU


'TNT Ekspres Bilgi ve Kültür Tasiyor'


TNT Express olarak tam 6 yildir toplumumuzun gelecegine katki yapiyoruz. 6 yilda toplanan 1 milyon 350 bin kitap, 912 okulda binlerce cocuga ulastirildi. Simdi hedef cok daha buyuk; 7. yilda 2 milyon kitap; okuyan dusunen, bilen, fark yaratan milyonlarca cocuk...

Kitap, cocuklarin zihinsel, duygusal ve sosyal gelisimlerine katki yapar.

Kitap, cocuklarin konusma ve iletisim becerilerini ust seviyeye cikatir.

Dusunce ve bilgi birlikte gelisir.

Ancak dusunen ve bilge toplumlarin gelecegi guven altindadir.

Yarinlara katki icin siz de bir kitap bagislayin.


05 Eylul tarihine kadar bize telefon edin, gelip kitaplari kapinizdan alalim ve ihtiyaci olan cocuklara verelim.

444 0 868 / TNT Express



Bu bir otomatik maildir. Lutfen Reply yapmayiniz



---------------------------------------------------------------------------------------------------------------
This message and any attachment are confidential and may be privileged or otherwise protected from disclosure.
If you are not the intended recipient, please telephone or email the sender and delete this message and any attachment from your system.
If you are not the intended recipient you must not copy this message or attachment or disclose the contents to any other person.
---------------------------------------------------------------------------------------------------------------



The information transferred by this e-mail is solely for the intended recipient(s).  Any disclosure, copying, distribution of this e-mail by and to others is not allowed.    If you are not an intended recipient,  please delete this e-mail and notify the sender.

Bu e-posta sadece  gönderilmek istenilen kişiler için özel haberleşme amacini tasimaktadir. Bu mesajın herhangi bir şekilde ifşa edilmesi, kopyalanmasi ve dagitimi yapilamaz. Size yanlışlıkla ulaşmışsa lutfen mesaji geri gonderiniz ve sisteminizden siliniz.





  

Alis    : Hangi yoldan gitmem lazım ?
Kedi   : Bu nereye gitmek istediğine bağlı.
Alis    : Ama nereye gitmek istediğimi bilmiyorum !
Kedi   : O halde hangi yolu seçtiğinin bir önemi yok.

Alis Harikalar Diyarında
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Dikkat virus uyarisi
Bir sure icin seyehatteyim. Yine birileri firsat bilip maillerime bakmayacagimi dusunmus olmaliki benim adresim ile munasabetsiz mailler gondererek sanirim adimi sabote etmeye calisiyorlar. Turkce olmayan ve atacli mailler bana ait degildir. Dikkatli olunmasini rica eder elimde olmayan bu munasebetsizlikten uzgun oldugumu belirterek. Saygilar sunarim.


Get amazing travel prices for air and hotel in one click on Yahoo! FareChase
--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Ebu Ömer'in padişahının devesi..!!


Gül: Sınırların önemi bitti

30 Nisan 2006 Pazar
KIRCAALİ - Bulgaristan'ın Kırcaali kentinde temaslarda bulunan
Dışişleri Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Abdullah Gül,
"Günümüzde, ülkeler arasındaki sınırların önemi kalmadı. Bu
da ortak kültürleri bir araya getirmek için büyük fırsat
sayılır" dedi. NATO üyesi ülkelerin dışişleri bakanları
toplantısı için Sofya'da bulunan Gül, Kırcaali kentindeki
temaslarının yanı sıra kentteki cami ve kiliseyi de ziyaret etti.
Gül ziyaretinde yaptığı konuşmada, ''Müslüman ve
Hıristiyanlar Kırcaali'de huzur ve mutluluk içinde yaşıyorlar.
İki din arasında yaşanılan saygıyı en iyi şekilde Kırcaali'de
gördüm'' diye konuştu. Gül, Kırcaali'de Bölge Valisi Angel
Kocamanov'u ziyareti sırasında, iki ülke arasındaki ilişkilerin
her alanda geliştiğini belirterek, "Türkiye'de, büyük iş
adamlarının bazılarının Kırcaali doğumlu olduğunu göz önünde
bulundururken, buradaki halkın ne kadar çalışkan olduğunu
görüyoruz. Bu iş adamlarının burada yatırım yapmalarından
memnuniyet duyuyorum. Günümüzdeki modern dönemde, sınırların
önemi kalmadı. Ulaştırma imkanları çok gelişti. Bunlar da ortak
kültürleri bir araya getirmek için büyük fırsat sayılır"
şeklinde konuştu.

Savaş istemeyiz
İran'ın nükleer çalışmalarıyla ilgili gerginliğe de değinen
Gül, "Kimse savaş istemez. Savaş zaten iyi bir şey değil.
Bütün problemlerin diplomatik yoldan çözümü için gayret
gösteriliyor. Ümit ediyorum ki, sonunda böyle bir yol bulunur"
dedi. Geçtiğimiz aylarda yaşanan nehir taşkınlarına da çözüm
bulunacağını kaydeden Bakan Gül, "Bu mesele üç ülkeyi
ilgilendiriyor. Yunanistan, Türkiye ve Bulgaristan belediye
başkanları bir araya gelerek, yapılması gerekenleri
kararlaştırdılar" diye konuştu. Bulgaristan'daki temaslarını
tamamlayan Bakan Gül, dün akşam saatlerinde yurda döndü.

Bükreş'e cami

30 Nisan 2006 Pazar
İSTANBUL- İstanbul Büyükşehir Belediyesi ile Bükreş Belediyesi
arasında dün "İyi Niyet ve İş Birliği Protokolü" imzalandı.
Protokolün imzalanması dolayısıyla düzenlenen törende konuşan
Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş, iki ülke ve iki şehir
arasındaki ilişkilerin uzun yıllara dayandığını hatırlatarak
"Türkiye'yi İstanbul, Romanya'yı da Bükreş taşıyor. Biz bu
iki şehir arasındaki kültürel ve ticari ilişiklerin daha da
artmasını ve AB sürecinde birbirlerine destek olmasını istiyoruz.
İşte bu protokolle hem bunları gerçekleştireceğiz hem de bilgi ve
deneyim paylaşımını daha da ön plana çıkaracağız"dedi.
Başkan Topbaş, Romanya'da çok sayıda Türk yaşadığını,
Bükreş Belediye Başkanı'nın bunlar için mezar yeri
ayırdığını ayrıca bir de camii yapılacağını söylediğini
kaydetti. İstanbul'da da çok sayıda Romen bulunduğunu hatırlatan
Topbaş, aynı şekilde onların bu tür ihtiyaçlarını da
Büyükşehir Belediyesi olarak kendilerinin karşılayacaklarını
kaydetti. Bükreş Belediye Başkanı Adrıean Vıdeonu da,
Avrupa'nın en büyük şehri İstanbul'da bulunmaktan çok memnun
olduğunu belirterek "Bu iş birliği protokolü iki şehir arasında
çok büyük bir adımdır" dedi. > Sadettin Erkişi

http://www.turkiyegazetesi.com/news/home/

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Şehrin kalbi
Şehrin kalbi

Sordular: Uyanık olmak için ne yapmalı?

Cevap verdi: Ömrünü bitmiş say ve son nefesinin gelip iki dudağının arasından çıkmak üzere durduğunu düşün.

Ömür dediğin zaten iki nefeslik bir şey değil mi? Aldığın nefes Hayy olanın ikramıdır. Nefes göğsüne sokuldukça hayattan nasibini alırsın. Hayy’ın hayat vaadine kanarsın. Verdiğin nefes ise Kayyûm’a çağrındır. Hayatın için devam istersin verdiğin nefesle. Yeni bir nefese muhtaç olduğunu söylersin. Hayy’dan gelir nefesin ve Hû’ya gider. Sanki aldığın nefesle, “yalnız Sana, yalnız Sana kulluk ederim” demen istenir. Verdiğinin ise “yalnız Sen’den, yalnız Sen’den yardım dilerim” yakarışının ruhu olması beklenir. Ömrünün bittiği anı uzakta sanma, şimdi, şu an, geride bıraktığın ve senin adını verdikleri ölülerin başında duruyor gövden. Geride bıraktığın günlerde, bitirdiğin mevsimlerde, veda ettiğin yıllarda, terk ettiğin anlarda yaşayıp artık hatırası kalmış “sen”ler var; hepsi öldüler. Yalnız sen varsın diye hatırlanıyor onlar. Sen onları hatırlatan bir mezar taşı gibi dikiliyorsun gövdenle. Aslında, dudaklarının arasına kazınıyor doğum ve ölüm tarihlerin. Hüve’l Bâkî/Senai Demirci/Doğumu: aldığı ilk nefes-Ölümü: verdiği son nefes. İki dudağının arasında saklı ömrün. Şimdi aldın ve şimdi verdin. Şimdi verdiğin son nefestir. Uyan. Yan. An.

* * *

Sordular: Doğru sözlü kimdir?

Dedi ki: Sözü kalpten söyleyen, dili kalbiyle aynı olandır.

Kalbin dudaklarına yetişemiyor. Dudağının söylediğine elin katılmıyor. Yoksa sen söylediklerini yap(a)mayanlardan mısın? Yahut yap(a)mayacaklarını söyleyenlerden misin? Dudağını kalbine bandırarak söyleseydin, bunca uzun söylemene gerek kalmazdı. Belki söylemene bile gerek kalmazdı. Söylediğini dinleyenler, söyleyemediklerini de eşsiz bir çağıltı gibi kalplerine misafir ederlerdi. Dilini kalbine değdir ki, söylediğin doğru olsun, doğrultsun. Dilini kalbine değdirme kaygısı olmayanlar, seni kalpsiz sanıyorlar, yahut kalbini yok sayıyorlar. Aklını gözüne indirdikleri gibi, kalbini de kulaklarına indirgiyorlar. Sen kalbin değdiği dudaklara kulak ol.

* * *

Sordular: Nasihat nasıl olur?

Cevap verdi: Halktan daha üstün olduğunu ima etmek maksadıyla başını dik tutmadığın ve dünyaya karşı tamahkâr olmadığın halde yaptığın nasihattir.

Kendini başkalarından daha iyi bilerek öğüt veriyorsan, öğütlerin aslını yitirmişsin demektir. Hatırla ki, Mûsa [as] kavminden kavmin en iyisini yanına getirmelerini istemişti. Derken, mahcup bir adamı getirmişlerdi de, Mûsa [as] ondan da bu kavmin en kötüsünü bulup yanına getirmesini istemişti. Sonunda, adam eli boş dönmüştü. Yine mahcuptu; “benden kötüsünü boş yere aradım!” demişti. Günahlarını en çok bildiği, hatalarına en çok aşina olduğu adamı alıp gelmişti yanında. Kendisini getirmişti. “Bu kavmin en kötüsü benim!” demişti de, işte o zaman Mûsa [as] “Sen sahiden bu kavmin en iyisiymişsin” demişti. Sen de kavmine “kavmin en iyisiyim” diye konuşuyorsan, git, kendine iyi bir öğütçü bul. Öğütlerin başını unutup, kendini öğütçü bellemen ne kadar acı... Önce nefsini ıslah et. Islah etmen için de önce nefsini kötü bil. Herkesin nefsinden kötüsü benimkidir de... Öğütlerini içine yönelt.

* * *

Her şehrin bir kalbi olmalı. Yoksa, o coğrafyada insanları bir arada ne tutabilir ki? Göçüp gitmek varken, dağılıp çözülmek dururken neden bir arada durur insanlar? Neden özlem duyarlar memleketlerine? Nasıl olur da, meselâ, otobüsün buğulu camından “Kars: 20 km” levhasını okuyunca insanın içine tatlı bir ılıklık akar? Bir ay kadar önce Kars’a gittiğimde, kalbimin bir kalbe değdiğini fark ettim. Kar tanelerinin ak bir sayfa gibi önüme açtığı Kars’ın karbeyaz kalbini tanıdım. Ebu’l Hasan Harakânî, bin yıldan uzun bir süredir nabzımı dolduruyormuş da farkında değilmişim. Onu tanıyınca, hayatlarıyla hakikati ihya edenlerin, ölümlerinden sonra da, nice diriden çok daha fazla diriltici olduğunu bir kez daha anladım. Yukarıda italik yazdıklarım Harakânî’nin diriltici sözleridir. Kars’a ve Ebu’l Hasan Harakânî’ye borcumun ilk taksididir bu yazdıklarım.

Kars’a gittiğinizde karların kalbinizi karmasına izin verin. Sarıkamış’ın hüznünü de göğsünüze soğuk bir hırka gibi giyin. Evliya Camii’ne doğru yürüyün, Yavuz Selim hocanın elinden tutup, Ebu’l Hasan Harakânî’nin kabrine ve kalbine varın. Emin olun, kalbinizin yeniden yazıldığını fark edeceksiniz. s.demirci@zaman.com.tr

12.03.2006
Senai Demirci

 



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] Tevhid

 

Dünyaya geliş gayesinin anahtarı

TEVHİD

Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salâtü Selâm, enbiyâların sonuncusu Resulullah'ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun...

Kadın, erkek her müslümanın bilmekle yükümlü bulunduğu üç esas vardır. Bunlar, kulun; Rabbini, Dinini ve Peygamberi Muhammed (S.A.V.) tanımasıdır .

Hepimizi yaratan Allah azze ve celle, şüphesiz Rabbimizdir. Nimetiyle bizi ve de kâinatı, bir düzende terbiye etmektedir. O, kendisinden başka kulluğa layık hiç bir varlığın bulunmadığı, Yaratıcımızdır.

Dinimiz İslâmdır. İslâm, Allah'ı birleyerek yalnız O'na kullukta bulunmak, O'na hakkıyla teslim olmak; şirk ve de ehlinden tümüyle uzaklaşmaktır.

Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) `in babası Abdullah, dedesi de Benî Hâşim kabilesinden Hâşim oğlu Abdü'l-Muttalib'tir. Benî Hâşim, Arap aşiretleri içinde saygınlığı olan Kureyş kabilesindendir. Araplar, İbrahim Aleyhisselâm'ın Oğlu İsmâil Aleyhisselâm'ın soyundandır. Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun.

İslâm'ın özünde iki temel kural vardır: Birincisi, hiç bir şeyi O'na denk tutmadan, ortak koşmaksızın, ibadeti yalnız Allah'a has kılmak, bu konuda azimli olup dostluk ve düşmanlıkta O'nun ölçüsüne uymaktır. -Kendisine içinde bulunduğu durum ve tehlikesinin izah edilmesine (hüccet ikamesine) rağmen- bunları terk edenin küfrüne hükmetmektir.

İkincisi de, Allah'a kullukta; şirke, O'na ortak koşmaya şiddetle karşı çıkmak ve bu durumdakilerle yâni, hayatlarını düzenlemede bazen Allah'ın, bazen de kulların hükümlerini benimseyenlerle asla dost olmamaktır.

  • "Lâ İlâhe İll'allah"ın Şartları Nelerdir?

F

İlim: "Lâ İlâhe İll'allah"ın manasını bilmektir. Önce, (Lâ İlâhe) Allah'tan başka kendisine tapınılan her şeyi -tağutu- inkâr, sonra da (İll'allah) yalnız Allah'ın Uluhiyyetini, yalnız O'nun Hâkimiyetini ikrar ve tasdik etmektir. Bu da dilin ifade ettiğini kalbin onaylamasıdır. «Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur, ilâh ancak O'dur» (Muhammed, 19) «...Ancak bilerek hak için şehadette bulunanlar müstesnadır» (Zuhrur, 86)

Allah Resûlü (S.A.V.),

"Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığını ve yalnız O'nun ilâh olduğunu bilerek ölürse Cennete girer" buyurmuştur (Müslim)

İbâdet, Allah'ın sevdiği ve razı olduğu söz, fiil, zahir ve batın amellerin tümüdür. Bu, Allah'tan başka, gerçekten kendisine kulluk edilecek hiç bir kimse olmadığını kulun ikrar etmesidir.

F

Yakin: "Lâ İlâhe İll'allah" ilminin kemalidir. Bu şek ve şüpheyi tamamen giderir. Allahu Teâla, «Mü'minler ancak, Allah'a, Resul'üne iman edip, sonra da şüpheye düşmeden malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenlerdir. İşte sadıklar onlardır» buyurmuştur (Hucurât,15).

Allah

Resulü (S.A.V.) de: "Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur, ilâh ancak O'dur. Ve Ben Allah'ın Resûlüyüm. Allah'ın huzuruna bu ikisinde şek şüphe etmeden çıkan kimse cennete girer" buyurmaktadır (Müslim).

F

İhlas: Şirke yer vermeyen bir İhlas. Allahu Teâla, «Halis din ancak Allah'ın değil mi?» (Zümer,3) bir başka âyeti celile'de ise, «Onlar ancak Allah için dini halis kılarak ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar» (Beyyine,5) buyurmuştur.

Resûlullah (S.A.V.) de, "Kıyamet günü insanlar arasında benim şefaâtime erecek olan en mutlu kişi, kalbinden halis ve ihlaslı bir şekilde 'La ilahe illallah' diyendir" buyurmuştur (Buhari).

F

Muhabbet: Bu kelimeye olan içtenlik, samimiyet ve sevgidir. Allah azze ve celle, «İnsanlar arasında, Allah'ı bırakıp, O'na koştukları eşleri İlâh olarak benimseyenler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Müminlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir» (Bakara,165) buyurmaktadır. Allahu Teâla bu âyette Mümin kullarının kendisine olan kuvvetli sevgisini bildirmiştir. Çünkü onlar Allah'tan başka ilâhlar edinmediler. Kulun, Rabbini sevdiğinin alameti ise, nefsinin hoşuna gitmese bile O'nun emrini her şeyin üstünde tutmasıdır. Sevgisi ve nefreti yalnız Allah için olur. O'nun Resûlü'ne itaat eder ve O Peygamberin (S.A.V.) sünnetine sıkı sıkı bağlanır.

Resûlullah (S.A.V.) "Her kimde şu üç haslet varsa imânın tadını almıştır: Allah ve Rasulünü 'herkesten daha çok sevmek; birini ancak Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmayı kerih gördüğü gibi kötü bulmak" buyurmuştur. (Buhari, Müslim).

F

Sıdk: Yalan ve nifakın yeşerme ortamı bulamayacağı gerçek bir doğruluk. Allahu Teâla, «And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, "İnandık" deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğru olanları da yalancıları da ortaya çıkaracaktır» (Ankebut,3) ve, «Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar, işte onlar, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır» (Zümer. 33) buyurmuştur.

Rasûlullah (S.A.V.)'de şöyle buyurmuştur, "Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığını, yalnız O'nun ilâh olduğunu ve Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın Resulü olduğunu bütün kalbi ile tasdik ederek ölürse, Cennete girer" (Sahihtir, Ahmed).

F

"Lâ İlâhe İll'allah" Hukukuna riayet etmek: Bu yalnız Allah rızası gözetilerek yapılan ve terkine en ufak bir meyil olmaksızın edâ edilen farzlardır, vacib amellerin tümüdür. Allah azze ve celle, «Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim olun; sonra yardım görmezsiniz» (Zümer, 54), «İhsanla kendini Allah'a veren kimse, şüphesiz en sağlam kulba sarılmış olur» (Lokman, 22) buyurmuştur. Yani kişi "lâ ilâhe ill'allah" sözüyle en sağlam kulba sarılmış olacaktır ki, bu da kişinin, Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmesi sonucudur.

Resûlullah (S.A.V.) "Ben, Sizlerden birine; evladından, babasından ve de tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz" buyurmuştur (Müslim). İşte bu Resûlullah (S.A.V.)'e gerçek bir sevgi ve de gerçek bir itaattir.

F

Kabul: Öyle ki inkâra asla yer verilmesin. "Lâ ilâhe ill'allah" dediği halde bu kelimeye ve bu kelimenin hukukunu edâ etmeye çağrıldığında kibir ve taassubu nedeniyle red ve inkara kalkanlar da vardır. Bundan kaçınmak kesinlikle şarttır.

Allahu Teâla, bunu cehennem ehlinin vasıflarını bildirirken şöyle beyan etmiştir, «Onlara "Lâ ilâhe ill'allah" denilince, büyükleniyorlardı» (Saffat,35)

Kişinin İslâmını Gideren On Unsur(Nevâkıdu'l-İslâm)

Œ

Allah'a kullukta O'na ortak koşmak. "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" (Nisa, 48) Allah'tan başkası (putlar, liderler, büyük kabul edilen bütün küçük insanlar, vs.) için kurban kesmek gibi.

Şirk ikiye ayrılır:

a) Büyük şirk: Sahibi İslâmdan çıkar. O hali üzere ölse ebedi Cehennemlik olur. Ölmeden önce tevbe etmesinden başka Allah'ın mağfiretine nâil olamaz.

b) Küçük şirk: Sahibi İslâmdan çıkmış olmaz. Bu hali üzere ölse durumu Allah'ın affına kalmıştır. Allah celle celâluhu dilerse affeder, dilerse Cehenneme atar. (Allah şirkin her türünden korusun!)



Kişinin Allah ile arasında vasıtalar edinmesi. Duâlarında Allah'tan istediği gibi bu vasıtalardan da bir şeyler medet edip onlara tevekkülde bulunmak insanı icmâen kafir yapar. Çünkü Şeriatların tebliği dışında hiç bir hususta Allah ile mahluk arasında vasıta olmaz.

Ž

Müşrikleri tekfir etmeyip onların küfre düştüklerinde şüphe etmek veya onların ideolojik mezheplerini doğrulamak. Bu kimse İslam dışı bir şeyi tanıdığı için icmâyla küfre düşer.



Başka birinin yol ve hükmünü, Rasûlullah (S.A.V.)'in yolundan daha güzel bulmak. Tağutların hükmünün O'nun hükmünden daha iyi olduğunu söylemek, Kur'ân ve Sünnete muhalif hükümleri daha üstün görmekte bu kabildendir.

Yine, her kim Allah'ın indirdiği hükümden başka bir hükmü helal görürse; Allah'ın hükmünün daha iyi olduğunu söylese bile kafir olur. (O bu haliyle Allah'ın indirdiğinden başka bir hükmü benimsemiş ve mutlak Hâkimiyeti Allah'tan alıp beşere vermiş olduğundan küfre düşm üş olur. (Beşeri sistemlerin bayraktarlığını yapıp ta İslâmdan dem vuranlar gibi).

Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır, «Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir» (Maide, 44)

«Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar» (Nisâ, 65).



Allah Rasulü'nün (S.A.V.)'in getirmiş olduğu bir şeye onunla amel etse bile; buğzeden kafir olur.

'

Dinden olan bir şeyle, o'nun sevabı veya günahıyla alay etmek küfürdür. Allahu Teâla, «Onlara soracak olursan, "Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk" diyecekler; De ki: "Allah'la, ayetleriyle, peygamberiyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra inkar ettiniz...» buyurmaktadır (Tevbe, 65-66).

'

Sihir yapmak. Kim sihir yapar veya sihir yapılmasına razı olursa kafir olur.

« ...Bu ikisi "Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın küfre düşme" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi...» (Bakara,102).

"

Müslümanların aleyhine olup müşriklere arka çıkmak.

«...Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez» (Mâide, 51).

"

Hızır Aleyhisselam'ın, Musâ Aleyhisselam'ın Şeriatına uymadığı vs. iddiasıyla; bazılarının, Resûlullah (S.A.V.)'in şeriatına uymamasının mümkün olduğunu söyleyen kafir olur: «Kim İslâmiyet'ten başka bir dine yönelirse, onun ki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir» (A'li İmrân, 85).

Allah'ın dininden yüz çevirmek. Dinini öğrenmemek ve onunla amel etmemek.

«Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra, O'ndan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Elbette ki biz, mücrimlerden intikam alıcıyız» (Secde, 22). Burada yüz çevirmekten, kişinin kendisiyle Müslüman olacağı bilgiyi almaması kasdedilmiştir.

Kişinin İslâmını gideren bu hususlarda; şaka edenle, ciddi davranan veya arasında hiçbir fark yoktur, hepsi aynı ölçüde bunlara muhataptırlar. Ancak can tehlikesi söz konusu olduğunda, zorla (ikrâhen) bunlardan birine düşen kimse müstesnâdır.

Zikri geçen bu on madde çok tehlikeli ve tehlikesine rağmen çokça karşılaşılması üzüntü veren durumlardandır. Elbette her müslümanın bunlardan sakınması ve nefsini kurtarmak için Allah'tan korkması gerekir. Allah'ın azabının dehşetinden yine O'na sığınırız.

Bu nedenle kişinin imanını muhafaza etmesinin tek yolu olan doğru bir inanca sahip olabilmesi için yukarıda sayılan hususlara dikkat etmesi gereklidir. İnsan ailesini de bu doğrultuda eğitmeli ve şu fitne ortamında onların da Cennetlerine yardımcı olmalıdır. Aksi takdirde son pişmanlık asla fayda vermeyecektir. Allah hepimizin yardımcısı olsun (Amin).

"Sallallahu alâ Muhammedin ve alâ âlihi ve Sahbihi ecmâîn"

VE'L-HAMDÜ LİLAHİ RABBİ'L ALEMİN


--
Emrolunduğun gibi,dosdoğru ol.

Grup Adresi               :beyzade@googlegroups.com
Grup Sayfa Adresi      :http://groups.google.com.tr/group/beyzade
Grup Sahibi                :beyzade-ower@googlegroups.com   
Soru(n)larınız için        :beyzadegrup@gmail.com

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Tevhid

 

Dünyaya geliş gayesinin anahtarı

TEVHİD

Hamd, Alemlerin Rabbi Allah'a mahsustur. Salâtü Selâm, enbiyâların sonuncusu Resulullah'ın, Ehlinin, Sahabesinin ve de kıyamete kadar, onları dost edinenlerin üzerine olsun...

Kadın, erkek her müslümanın bilmekle yükümlü bulunduğu üç esas vardır. Bunlar, kulun; Rabbini, Dinini ve Peygamberi Muhammed (S.A.V.) tanımasıdır .

Hepimizi yaratan Allah azze ve celle, şüphesiz Rabbimizdir. Nimetiyle bizi ve de kâinatı, bir düzende terbiye etmektedir. O, kendisinden başka kulluğa layık hiç bir varlığın bulunmadığı, Yaratıcımızdır.

Dinimiz İslâmdır. İslâm, Allah'ı birleyerek yalnız O'na kullukta bulunmak, O'na hakkıyla teslim olmak; şirk ve de ehlinden tümüyle uzaklaşmaktır.

Peygamberimiz Muhammed (S.A.V.) `in babası Abdullah, dedesi de Benî Hâşim kabilesinden Hâşim oğlu Abdü'l-Muttalib'tir. Benî Hâşim, Arap aşiretleri içinde saygınlığı olan Kureyş kabilesindendir. Araplar, İbrahim Aleyhisselâm'ın Oğlu İsmâil Aleyhisselâm'ın soyundandır. Allah'ın selâmı hepsinin üzerine olsun.

İslâm'ın özünde iki temel kural vardır: Birincisi, hiç bir şeyi O'na denk tutmadan, ortak koşmaksızın, ibadeti yalnız Allah'a has kılmak, bu konuda azimli olup dostluk ve düşmanlıkta O'nun ölçüsüne uymaktır. -Kendisine içinde bulunduğu durum ve tehlikesinin izah edilmesine (hüccet ikamesine) rağmen- bunları terk edenin küfrüne hükmetmektir.

İkincisi de, Allah'a kullukta; şirke, O'na ortak koşmaya şiddetle karşı çıkmak ve bu durumdakilerle yâni, hayatlarını düzenlemede bazen Allah'ın, bazen de kulların hükümlerini benimseyenlerle asla dost olmamaktır.

  • "Lâ İlâhe İll'allah"ın Şartları Nelerdir?

F

İlim: "Lâ İlâhe İll'allah"ın manasını bilmektir. Önce, (Lâ İlâhe) Allah'tan başka kendisine tapınılan her şeyi -tağutu- inkâr, sonra da (İll'allah) yalnız Allah'ın Uluhiyyetini, yalnız O'nun Hâkimiyetini ikrar ve tasdik etmektir. Bu da dilin ifade ettiğini kalbin onaylamasıdır. «Bil ki Allah'tan başka ilâh yoktur, ilâh ancak O'dur» (Muhammed, 19) «...Ancak bilerek hak için şehadette bulunanlar müstesnadır» (Zuhrur, 86)

Allah Resûlü (S.A.V.),

"Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığını ve yalnız O'nun ilâh olduğunu bilerek ölürse Cennete girer" buyurmuştur (Müslim)

İbâdet, Allah'ın sevdiği ve razı olduğu söz, fiil, zahir ve batın amellerin tümüdür. Bu, Allah'tan başka, gerçekten kendisine kulluk edilecek hiç bir kimse olmadığını kulun ikrar etmesidir.

F

Yakin: "Lâ İlâhe İll'allah" ilminin kemalidir. Bu şek ve şüpheyi tamamen giderir. Allahu Teâla, «Mü'minler ancak, Allah'a, Resul'üne iman edip, sonra da şüpheye düşmeden malları ve canları ile Allah yolunda cihad edenlerdir. İşte sadıklar onlardır» buyurmuştur (Hucurât,15).

Allah

Resulü (S.A.V.) de: "Şehadet ederim ki, Allah'tan başka ilâh yoktur, ilâh ancak O'dur. Ve Ben Allah'ın Resûlüyüm. Allah'ın huzuruna bu ikisinde şek şüphe etmeden çıkan kimse cennete girer" buyurmaktadır (Müslim).

F

İhlas: Şirke yer vermeyen bir İhlas. Allahu Teâla, «Halis din ancak Allah'ın değil mi?» (Zümer,3) bir başka âyeti celile'de ise, «Onlar ancak Allah için dini halis kılarak ibadet etmekten başka bir şeyle emrolunmadılar» (Beyyine,5) buyurmuştur.

Resûlullah (S.A.V.) de, "Kıyamet günü insanlar arasında benim şefaâtime erecek olan en mutlu kişi, kalbinden halis ve ihlaslı bir şekilde 'La ilahe illallah' diyendir" buyurmuştur (Buhari).

F

Muhabbet: Bu kelimeye olan içtenlik, samimiyet ve sevgidir. Allah azze ve celle, «İnsanlar arasında, Allah'ı bırakıp, O'na koştukları eşleri İlâh olarak benimseyenler ve onları, Allah'ı severcesine sevenler vardır. Müminlerin Allah'ı sevmesi ise hepsinden kuvvetlidir» (Bakara,165) buyurmaktadır. Allahu Teâla bu âyette Mümin kullarının kendisine olan kuvvetli sevgisini bildirmiştir. Çünkü onlar Allah'tan başka ilâhlar edinmediler. Kulun, Rabbini sevdiğinin alameti ise, nefsinin hoşuna gitmese bile O'nun emrini her şeyin üstünde tutmasıdır. Sevgisi ve nefreti yalnız Allah için olur. O'nun Resûlü'ne itaat eder ve O Peygamberin (S.A.V.) sünnetine sıkı sıkı bağlanır.

Resûlullah (S.A.V.) "Her kimde şu üç haslet varsa imânın tadını almıştır: Allah ve Rasulünü 'herkesten daha çok sevmek; birini ancak Allah için sevmek, Allah kendisini küfürden kurtardıktan sonra tekrar küfre dönmeyi ateşe atılmayı kerih gördüğü gibi kötü bulmak" buyurmuştur. (Buhari, Müslim).

F

Sıdk: Yalan ve nifakın yeşerme ortamı bulamayacağı gerçek bir doğruluk. Allahu Teâla, «And olsun, biz kendilerinden öncekileri de denemişken, insanlar, "İnandık" deyince, denenmeden bırakılacaklarını mı sanırlar? Allah elbette doğru olanları da yalancıları da ortaya çıkaracaktır» (Ankebut,3) ve, «Gerçeği getiren ve onu doğrulayanlar, işte onlar, Allah'a karşı gelmekten sakınmış olanlardır» (Zümer. 33) buyurmuştur.

Rasûlullah (S.A.V.)'de şöyle buyurmuştur, "Her kim Allah'tan başka ilâh olmadığını, yalnız O'nun ilâh olduğunu ve Muhammed (S.A.V.)'in Allah'ın Resulü olduğunu bütün kalbi ile tasdik ederek ölürse, Cennete girer" (Sahihtir, Ahmed).

F

"Lâ İlâhe İll'allah" Hukukuna riayet etmek: Bu yalnız Allah rızası gözetilerek yapılan ve terkine en ufak bir meyil olmaksızın edâ edilen farzlardır, vacib amellerin tümüdür. Allah azze ve celle, «Rabbinize yönelin. Azap size gelmeden önce O'na teslim olun; sonra yardım görmezsiniz» (Zümer, 54), «İhsanla kendini Allah'a veren kimse, şüphesiz en sağlam kulba sarılmış olur» (Lokman, 22) buyurmuştur. Yani kişi "lâ ilâhe ill'allah" sözüyle en sağlam kulba sarılmış olacaktır ki, bu da kişinin, Allah'a karşı sorumluluklarını yerine getirmesi sonucudur.

Resûlullah (S.A.V.) "Ben, Sizlerden birine; evladından, babasından ve de tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça iman etmiş olmaz" buyurmuştur (Müslim). İşte bu Resûlullah (S.A.V.)'e gerçek bir sevgi ve de gerçek bir itaattir.

F

Kabul: Öyle ki inkâra asla yer verilmesin. "Lâ ilâhe ill'allah" dediği halde bu kelimeye ve bu kelimenin hukukunu edâ etmeye çağrıldığında kibir ve taassubu nedeniyle red ve inkara kalkanlar da vardır. Bundan kaçınmak kesinlikle şarttır.

Allahu Teâla, bunu cehennem ehlinin vasıflarını bildirirken şöyle beyan etmiştir, «Onlara "Lâ ilâhe ill'allah" denilince, büyükleniyorlardı» (Saffat,35)

Kişinin İslâmını Gideren On Unsur(Nevâkıdu'l-İslâm)

Œ

Allah'a kullukta O'na ortak koşmak. "Allah kendisine ortak koşmayı elbette bağışlamaz, bundan başkasını dilediğine bağışlar. Allah'a ortak koşan kimse, şüphesiz büyük bir günahla iftira etmiş olur" (Nisa, 48) Allah'tan başkası (putlar, liderler, büyük kabul edilen bütün küçük insanlar, vs.) için kurban kesmek gibi.

Şirk ikiye ayrılır:

a) Büyük şirk: Sahibi İslâmdan çıkar. O hali üzere ölse ebedi Cehennemlik olur. Ölmeden önce tevbe etmesinden başka Allah'ın mağfiretine nâil olamaz.

b) Küçük şirk: Sahibi İslâmdan çıkmış olmaz. Bu hali üzere ölse durumu Allah'ın affına kalmıştır. Allah celle celâluhu dilerse affeder, dilerse Cehenneme atar. (Allah şirkin her türünden korusun!)



Kişinin Allah ile arasında vasıtalar edinmesi. Duâlarında Allah'tan istediği gibi bu vasıtalardan da bir şeyler medet edip onlara tevekkülde bulunmak insanı icmâen kafir yapar. Çünkü Şeriatların tebliği dışında hiç bir hususta Allah ile mahluk arasında vasıta olmaz.

Ž

Müşrikleri tekfir etmeyip onların küfre düştüklerinde şüphe etmek veya onların ideolojik mezheplerini doğrulamak. Bu kimse İslam dışı bir şeyi tanıdığı için icmâyla küfre düşer.



Başka birinin yol ve hükmünü, Rasûlullah (S.A.V.)'in yolundan daha güzel bulmak. Tağutların hükmünün O'nun hükmünden daha iyi olduğunu söylemek, Kur'ân ve Sünnete muhalif hükümleri daha üstün görmekte bu kabildendir.

Yine, her kim Allah'ın indirdiği hükümden başka bir hükmü helal görürse; Allah'ın hükmünün daha iyi olduğunu söylese bile kafir olur. (O bu haliyle Allah'ın indirdiğinden başka bir hükmü benimsemiş ve mutlak Hâkimiyeti Allah'tan alıp beşere vermiş olduğundan küfre düşm üş olur. (Beşeri sistemlerin bayraktarlığını yapıp ta İslâmdan dem vuranlar gibi).

Allah azze ve celle şöyle buyurmaktadır, «Allah'ın indirdiğiyle hükmetmeyenler kafirlerin ta kendileridir» (Maide, 44)

«Hayır! Rabbine andolsun ki, aralarında çekiştikleri şeylerde seni hakem tayin edip verdiğin hükme içlerinde bir sıkıntı duymadan tamamen teslim olmadıkça iman etmiş olmazlar» (Nisâ, 65).



Allah Rasulü'nün (S.A.V.)'in getirmiş olduğu bir şeye onunla amel etse bile; buğzeden kafir olur.

'

Dinden olan bir şeyle, o'nun sevabı veya günahıyla alay etmek küfürdür. Allahu Teâla, «Onlara soracak olursan, "Biz and olsun ki, eğlenip oynuyorduk" diyecekler; De ki: "Allah'la, ayetleriyle, peygamberiyle mi alay ediyordunuz? Özür beyan etmeyin, inandıktan sonra inkar ettiniz...» buyurmaktadır (Tevbe, 65-66).

'

Sihir yapmak. Kim sihir yapar veya sihir yapılmasına razı olursa kafir olur.

« ...Bu ikisi "Biz sadece imtihan ediyoruz, sakın küfre düşme" demedikçe kimseye bir şey öğretmezlerdi...» (Bakara,102).

"

Müslümanların aleyhine olup müşriklere arka çıkmak.

«...Sizden kim onlara dost olursa o da onlardandır. Allah zulmeden kimseleri doğru yola eriştirmez» (Mâide, 51).

"

Hızır Aleyhisselam'ın, Musâ Aleyhisselam'ın Şeriatına uymadığı vs. iddiasıyla; bazılarının, Resûlullah (S.A.V.)'in şeriatına uymamasının mümkün olduğunu söyleyen kafir olur: «Kim İslâmiyet'ten başka bir dine yönelirse, onun ki kabul edilmeyecektir. O ahirette de kaybedenlerdendir» (A'li İmrân, 85).

Allah'ın dininden yüz çevirmek. Dinini öğrenmemek ve onunla amel etmemek.

«Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra, O'ndan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Elbette ki biz, mücrimlerden intikam alıcıyız» (Secde, 22). Burada yüz çevirmekten, kişinin kendisiyle Müslüman olacağı bilgiyi almaması kasdedilmiştir.

Kişinin İslâmını gideren bu hususlarda; şaka edenle, ciddi davranan veya arasında hiçbir fark yoktur, hepsi aynı ölçüde bunlara muhataptırlar. Ancak can tehlikesi söz konusu olduğunda, zorla (ikrâhen) bunlardan birine düşen kimse müstesnâdır.

Zikri geçen bu on madde çok tehlikeli ve tehlikesine rağmen çokça karşılaşılması üzüntü veren durumlardandır. Elbette her müslümanın bunlardan sakınması ve nefsini kurtarmak için Allah'tan korkması gerekir. Allah'ın azabının dehşetinden yine O'na sığınırız.

Bu nedenle kişinin imanını muhafaza etmesinin tek yolu olan doğru bir inanca sahip olabilmesi için yukarıda sayılan hususlara dikkat etmesi gereklidir. İnsan ailesini de bu doğrultuda eğitmeli ve şu fitne ortamında onların da Cennetlerine yardımcı olmalıdır. Aksi takdirde son pişmanlık asla fayda vermeyecektir. Allah hepimizin yardımcısı olsun (Amin).

"Sallallahu alâ Muhammedin ve alâ âlihi ve Sahbihi ecmâîn"

VE'L-HAMDÜ LİLAHİ RABBİ'L ALEMİN


--
Emrolunduğun gibi,dosdoğru ol.

Grup Adresi               :beyzade@googlegroups.com
Grup Sayfa Adresi      :http://groups.google.com.tr/group/beyzade
Grup Sahibi                :beyzade-ower@googlegroups.com   
Soru(n)larınız için        :beyzadegrup@gmail.com

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
  [islami-hassasiyet] Babalar ve oğullar (ve de kızlar) için balık tutma dersleri
Babalar ve oğullar (ve de kızlar) için balık tutma dersleri

Bahar yüzünü gösterdi. Çiçeklerin selamını karşılamaya bile vaktimiz olmuyor. Bilmem sizin de üzerinize üzerinize geliyor gibi oluyor mu bahar?

Bana hep öyle olur; sanki her köşedeki çiçeğin hatırını sormam lazımmış gibi, sanki ağacın her dalındaki diriliş kokusunu koklamam gerekiyormuş gibi... Ama yetişemem; sanki yol kenarındaki o erik ağacını küskün bırakmış gibi, sanki yeterince seyredemediğim o kelebeğin kalbini kırmış olurum. Bu yaz, bir baba olarak, beş yaz öncesinde, oğlum Furkan’la birlikte balık tutarken inşa ettiğimiz “balık tutma felsefesi”ni kaleme almaya niyetlendim.

Babalar ve oğullar (ve tabii kızlar) için birlikte balık tutma ya da tutamama, birlikte uçurtma yapıp uçurma ya da uçuramama sayısız hayat derslerini barındırıyor içinde. Gökçeada’nın sakin rıhtımının ucunda, o zamanlar 12 yaşlarındaki oğlumla, oltalarımızı ucundaki yemlerle denizin duru maviliğine daldırdığımızda, hiç aklımıza gelmeyen, hiç hesapta olmayan dersler aldık. Babaların baba olma imtiyazlarını, balık tutmayı da vesile ederek, oğullarına ve kızlarına hayat dersi olarak sunmaları adına kendimizce yaptığımız “balık tutma felsefesi”nin bazı maddelerini yazıyorum.

Rasgele!

Oltanı denize attığında, aslında denize değil de bir belirsizliğe uzatmış olursun umutlarını. Büyük ihtimalle her şeyin tanımlandığı, tartıldığı, çerçevelendiği, ölçüldüğü, hesaplandığı şehirlerde yaşayan biri olarak, oltanın ucuna balık gelmesini beklemek olağandışı bir deneyimdir. Belki de ilk defa hayatın kendisiyle temas edersin oltan sayesinde. Oltan suların dibine doğru ağarken, sen de “tevekkül”ü kalbine indirirsin bilerek ya da bilmeden. Umutla beklerken, sakin maviliğin altında senin için hazırlanmış müjdeye selam verirsin, küçük bir balığın çırpınışıyla yüzünün kıvrımlarında saklı sevincin su yüzüne çıkmasına tanık olursun. Olta atarsın. Balığı parayla almaya benzemiyor bu; tartısı yok, neyi ne kadar alacağını bilemiyorsun, alıp almayacağını da bilmiyorsun. Oltanı denizin kıpırtılarına daldırırken, kendini de kaderin tatlı salınımlarına bırakırsın. Oltanın ucunda çırpınan bir balık, sana sunulan bir lûtfun titrek tecellisidir; hayatın ve varlığın kendisi gibi bir sürprizdir. Şaşırtır, sevindirir ve minnettar eder. Sürprizlerden arındırılmış, belirsizlikleri ayıklanmış bir şehir hayatından farklı bir yerdesin artık. Hayatla bahse girmiş gibisindir, oltanın bir ucunda sen diğer ucunda kısmetin beklerken.

Oltana hemen balık gelmeyebilir; kısmetsizsin demek değildir bu. Kısmetin şimdide değil, sonraya saklanmıştır. Hayatın içine küçük bir yemle kattın kendini, umudunu diplerde hiç göremediğin, hiç bilemediğin akışlara emanet ettin. Garantisi olmayan bir kıpırtının içine kendini salıvermen hayatın nabzını hissettirir sana ki bu da herkese nasip olmayan bir kısmettir.

Oltanın ucunda tatlı bir çekiş duyarsın ara sıra, anlaşılan o ki kısmetin geldi, gelmek üzere. Sen balığın peşindeyken, balık da oltanın ucundaki kısmetinin peşindedir. Bazı olur ki, balık kısmetini alır, sen balıktan kısmetini alamazsın. Yemini yeyip oltaya takılmadan gider. Bu da bir kazanımdır senin için. Yüzünü hiç görmediğin bir balığı besledin; ona hazır bir ikramda bulundun. Yemi kaybettim diye üzülme sakın, kaybettiğin her yem, sonradan tutacağın başka bir balığı büyütmek içindir. Oltanın ucunda, taze ve iri bir balık gördüğünde, onun da senden önceki oltacıların yemleriyle beslediği bir balık olabileceğini düşün. Güzel değil mi, balıkçıların birbiri için bilmeden balık beslemeleri?

Oltanı atıp beklemeye koyulduğunda, dünyadan koparsın, bütün beklentilerini küçük bir balığın çırpınışına indirirsin. Mutlu olman için balığın oltana gelip takılması yeter sana. Sadece balık, sadece balık, sadece balık! Belki yemeyeceksin bile! Belki doyurmayacak bile seni! Oltanın ucundaki o kıpırtıyı beklerken, şimdi daha iyi anlayabilirsin seni mutsuz edenin ya da yeterince mutlu olmanı engelleyenin beklentilerinin çokluğu olduğunu. Oltanı ve umutlarını salıverdiğin gölün, denizin, derenin duru suları gibi duyguların da durulanır. Balık gelse de gelmese de, hiç hesapta olmayan o büyük balığı yani mutluluğu yakaladın.

Ve sonunda balık geldi. Sana doğru çırpınarak yaklaşıyor. Kalbindeki kıpırtıyı, yüzündeki sevinci, göğsündeki genişlemeyi bir düşün. Sevincin gölgesiz, kalbinin kıpırtıları eşsiz ve ruhunun ferağlığı sınırsızdır. Oltanın ucunda çırpınan bir balıktan fazlasıdır. Balık tutmaya, tutulmaya değmez mi?



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] senin yüzünden bu yazı
Senin yüzünden bu yazı...

Nedir ki insanın yüzü? İnsan bedeninin yüzölçümce en fazla yirmide biri. Yüzüne bir şey olursa, bedeninin yirmi kısmının ondokuzu kalır.

Yüzünün deforme olması ayaklarını etkilemez sözgelimi; yürüyebilirsin, koşabilirsin de. Yüzünün dostlarınca bile tanınmayacak olması, ellerini tutmaktan, kavramaktan alıkoymaz. Yüzölçümce yirmi parçandan sadece biri olan yüzün, kendi kimliğinin, kendinin hepsidir; yüzünle ölçerler varlığının hepsini. Yüzün yoksa, aynalardan yitiverirsin, dostça bakışların ucundan kayıverirsin, sevdiklerinin özlemlerinin ucunda yer bulamazsın kendine, varlıktan elini eteğini çekersin. Yanmış ya da parçalanmış bir yüzle nereye yürürsen yürü kendine varamazsın, ne kadar çok koşarsan koş kendini bulamazsın. Yüzün o tatlı ve yumuşak ışığı söner; gözlerin uzağına savruldukça, gönüllere de ırak düşersin. Yüzün o aşina kıvrımları biter; tebessümün neşesi, gülücüklerin güneşi, gamzelerin işvesi bir türlü kapıdan içeri girmez. Yüzün yoksa, bir şeye tutunamazsın, sevmeye hakkın olmaz meselâ, sevilmeyi umamazsın. Kalbinin her türlü kıpırtısını nokta nokta yansıtan, duygularının iniş çıkışlarına göre salınan o incecik ten kazınıp gitmişse yüzünden, kimliğin eski fotoğraflara asılı kalır, kendi içinde hapsolur sevinçlerin ve hatta kederlerin. Yüzün parçalanmışsa, dudakların erimiş ve yerlerinde biçimsiz bir gerginlik duruyorsa, burnunun ucu yok olmuş ve onun yerine kafatasının içine doğru ürkütücü bir karanlık açılıyorsa, gözlerinin üzerinden kaşların çekilmiş, kirpiklerin yanıp kavrulmuşsa, gözlerin sağa sola öylesine kıpırdayan biçimsiz taşlar gibi duruyorsa, gözyaşı bile dökemiyorsan, birbiri üzerine kapatılan demir kapıların sesini duyarak kendi bedeninin kuytularına hapsedilirsin. Yüzünün penceresinden ruhunu şöyle bir uzatamazsın.

Yüz nakli için bekleyen o hastayı görmeseydim, yüzümün her noktasına dokunan sonsuz rahmetin varlığını fark edemeyecektim. Üstelik, sözüm ona yüzümün varlığını, güzelliğini ve inceliğini farkedişimin aslında farkındasızlık olduğunu fark edemeyecektim. Yüzün küçük bir yangın sonrası neye benzeyebileceğini açıkça görünce, yüzümün nerelerden getirilip yüzüme yüz edildiğini gecikerek de olsa farkettim. Korkarım ki, telaş ve meşguliyet yüzünden bu farkındalığımın heyecanı şimdiki kadar derin kalmayacak da...

Göre göre varlığına alıştığımız yüzümüzün yokluğuna dair pek hesabımız yok. Var oldukça tükettiğimiz, yanımızda oldukça varlığını unuttuğumuz nice şey gibi, yüzümüzü de hep gözümüzün önünde bulduğumuz için fark etmiyoruz. Ne zaman gerçekleşeceği belli olmayan, gerçekleşse bile başarısı hayli şüpheli olan, başarılı olsa bile kendisini bir başkasının, hem de ölüp gitmiş bir başkasının yüzüne mahkûm edecek olan yüz nakli için umutlanan o genç kız, beni sıkıcı ve yapışkan bir uyuşukluğun içinden çekip aldı. Yüzümüzün belki de baka baka bıktığımız o görüntüsünün altında, onlarca kas, kemik, damar, sinir ve yağ dokusu saklanır. Yüzümüz onları hem saklar hem gösterir. Bu saklama ve gösterme arasında, her duygu durumumuzla değişen, sağa sola kayan ince bir denge vardır. Kaslar ve kemikler, bazen küçük tatlı dalgalanmalar gibi kabarırlar, varlıklarını utangaç bir çocuk edasıyla belli belirsiz hissettirirler, sonra usulca geri çekilirler. Elmacık kemiklerimizin yanağımızın tam ortasında durmalarına rağmen, hiç yokmuş gibi yapmaları seni de şaşırtmıyor mu? Göz çukurlarımız mesela. Hiç de bildiğimiz ürkütücü çukurlara benzemezler; gözler, kaşlar, kirpikler ve göz yaşlarıyla yüzümüzün güzelliğini zirveye çıkarırlar. Nasıl da karanlığa düşer kederli bir yüz? Üzerine en parlak ışığı da tutsanız aydınlanmaz; gölgeden öte bir gölge siner kuytularına. Mütebessim bir yüz ise aydınlanır; sanki iki güneş birden doğar gözlerin karasından. Gülen bir yüzün her noktasında görünmez çiçekler açar; dokunamazsın ama sımsıcak elinde avucunda gibidir; göremezsin ama gözlerine batacak kadar oradadır.

Yüzünü kafatasının üzerine gerili bir bez gibi taşıyor değilsin. Yüzün seni senden öte taşır. Seni sevdiklerinin gözüne ve gönlüne taşır. Seni cümle muhabbetlerin kalbine taşırır. Seni nice tatlı öpücüklerin kıyısına taşır. Bir avuç kezzap yahut küçücük bir alev kadar yakındadır yüzünden ve kendinden sürgünlüğün. En fazla bir ölünün yüzünü taşımaktan umutlanmaya razı olacak kadar uzağa düşer güzelliğin. Yüzündeki yara kimliğini yaralar; yaralı bir yüzle kendini taşıyamaz hale gelirsin.

Yüzün sessiz mucizelerin yöresidir; yüzün rahmetin en çok yağdığı bahar ülkesidir. Rahmet dokununca böyle dokunur işte; yüzünün her noktasındadır ama hiçbir yerde değil gibidir, varlığını hissettirmez. Yumuşacık ve incecik bir tül gibi sarar yüzünü.

Rahmet hiç hissettirmeden dokunuyorsa yüzünün her noktasına, unutasın diye değil. Minnettarlığını hiç baskısız, hiç şikesiz ifade edesin diyedir. Bir daha bak yüzüne... Bak neler göreceksin, bak neler göremeyeceksin.

26.03.2006
SENAİ DEMİRCİ

 



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] eyyyyyyyyy aşşşşşşk
29.04.2006  CUMARTESİ

Ey Aşk

Ferhat’ın yoluna çıkan dağın adı unutuldu. Şirin’i hapseden zindanların duvarları çoktan toz oldu. Ferhat’ın Şirin’e aşkı dillerin ucunda sımsıcak konuşuyor, kalplerin taraçalarında terütaze nefes alıp veriyor. Dağ yıkıldı, duvarlar unutuldu, araya girip ayıranların isimleri anılmadı; ancak Ferhat’ın kalbinde olan, Şirin’in ruhunda gezinen aşk dağ gibi dimdik ayakta duruyor, yamaçlarını süsleyen pınarlardan nice dudak hâlâ daha ab-ı hayat içiyor...

Ağlama ey aşk, ağlama ki, Leylâ’yı Mecnûn’a uzak eyleyen çöl kaç kere kurudu, kumlarını kaç rüzgârın hoyrat eteklerinde savurdu ama Leylâ’nın gözyaşları hâlâ daha aşıkların yanağını yıkıyor, Mecnûn’un deliliği her gece aşıkların aklını başına getiriyor. Çöl kaybetti ey Leylâm; senin adın kaldı. Aşkı hor görenlerin adı çöllerin kumları gibi kimliksiz kaldı ama Mecnûn’un hatırı hep kaldı.

Yûsuf ile Züleyhâ’dan geriye ne kaldı ey aşk? Mısır sultanının adı hiçbir şiire sızmadı. Yûsuf’u satanların esâmesi okunmuyor, Yûsuf’a canını veren Züleyhâ, bak nasıl da hayretle anılıyor. Üzülme ey aşk, üzülme, yüzünü yıkayan gözyaşların nice Yâkub’un gözlerini açmaya ayarlı. Sultan kaybetti, kuyu kaybetti, zindan kaybetti, Yûsuf kazandı, Züleyhâ kâr eyledi.

Zavallı Züleyhâ...Senin için ne müşkiller yaşadı ey aşk. Yûsuf’a sarmaşıklanan yüreğine söz geçiremedi senin yüzünden. Bir Mısırlı Züleyhâ varmış desinler diye yapmadı bunu elbet. Senin için yaptı, aşk için yaptı. Arada haram vardı ey aşk. Sen ona helali götüremedin. Ona nasip olmadı Yûsuf. Onun sevdası mahşere kaldı.

Sen eskisin ey aşk. Çok eskisin. Eskicilerin alıp satamadığı kadar yeni, insanlık tarihi kadar eskisin. Her yerde, her yürekte farklı bir elbiseyle çıkıyorsun karşımıza. Ama hep aynısın. Senin adını kim koymuş bilmiyorum. Ama her yerde hazır bekliyorsun. Ve aslında yenisin, yepyenisin. Bu kadar yeni olmasan, bu kadar dolaşık olur muydu ayaklarımız senin yolunda. Kimse aşkın ustası olamadı, kimse seni kuşatamadı. Kimse tedirginliğini bırakamadı senin yanında, kimse kalbini sakin kılamadı kucağında. Hep acemi hep acemi olduk yolunda.

Sen aşksın...Sen hem hayal, hem gerçeksin. Hem ırak, hem yakınsın. Bazan güneş kadar yakıcı, bazan sularca serinsin. Bizi yücelten büyütensin. Sen ateşsin...Sen her şeyi arıtır, temizlersin. Sen suların bile susadığı susun; hiç bitmez serinliksin, hiç bilinmez derinliksin.

Çünkü sen bize ta ötelerden armağansın. Sen güzelsin, sen Tanrı misafirisin kalbimizin kapılarında. Seninle yıkanmayan gönüller paslı, seninle tanışan yürekler yaslı ey aşk. Tüm cefana rağmen seni gönüllerin efendisi bildik. Bin türlü yüzünü bin türlü sevdik.

En güzel şarkılar senin için söylüyor ey aşk...Senin için geldi bahar.. Nisan yağmurları senin için yağıyor şemsiye şemsiye...Nevruz çiçeği senin için el verdi çiğdeme. Aşıklar senin için baharı bekliyor. Yaseminler, ıtırlar, yaban gülleri senin için desteleniyor ...

Sen aşksın...

Anlamını bilemeyip önümüze kattığımız... Ama çok ucuzladın artık. Kurşuni binaların kasveti altında görünmez oldun. Ne Mecnûn’u kaldı dünyanın ne de Leylâ’sı. Öksüz kaldın... Yetim kaldın... Saltanatın bitti.

Sen aşksın ya; tüm dünya sana kurulu sanırdım. Oysa ayarlar bozulmuş. İbre yalan yanlış işliyor. Yalancıktan açılan kapılarda kalıyorsun. Görünmez bir cadı, olmadık büyüsüyle seni kolluyor.

Sil gözünün yaşlarını ey aşk, sil ki, onların isimleri ayrık otlarına konulacak; seninki de benimki de aşığınki de güllerin kokusunda her daim koklanacak!

Demek artık gidiyorsun. İnsanlara veda etmeden sessizce... Sana kör olmuş, sana sağır olmuş, sana lâl olmuş gönüllerden çekiliyorsun, seni unutmuş zihinlerden kaçıyorsun. Haklısın. Seni haraç mezat pazarlarda ucuza sattık ey aşk. Yûsuf’u kuyuya atar gibi. Meze yaptık seni düşkünlüklerimize. Ferhat’ı dağın ardında unutur gibi. Aşk haritaları çizemedik kalbimize. Mecnûn ile Leylâ arasında çöller yayar gibi. Sınırlarımızı oluşturamadık. Seni kalbimizin en mutena yerine koyamadık. Kerem’i Aslı’ndan koparır gibi.

Aşksızların dünyasında yalnız kaldın ey aşk... Seni kaldıracak, sana kanacak bir dünya var mı dersin? Giderken bize bir esinti bırak da öyle git. Kanayan ruhumuza belki merhem olursun. Mecnûn’un çölünden, Ferhat’ın dağından, Kerem’in külünden ne varsa al götür ey aşk. Ta ki bu hasret biz aşksızların, aşkı unutmuşların yüreğini tutuştursun.

Biz insanları, hayatın kalbine çeken güç sensin. Dağları deldiren sen, çölleri geçiren sen, dağları ovaları aşıran yine sen. Rabb’imizin ruhumuza üfürdüğü musikisin. Ruhumuz seninle buldu ahengini. Bilemedik. Anlayamadık. Bizi affet ey aşk... Öyle kaybettik seni ki kaybettiğimizi bile bilemedik. Affet bizi ey aşk... s.demirci@zaman.com.tr



--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 
  [islami-hassasiyet] ::Günün Ayet-i Kerimesi; : : Günün Hadis-i Şerifi; ::Günün Güzel Sözü;
 
Günün Ayet-i Kerimesi
(Rasûlüm) de ki: "Herkes gözlemektedir. Siz de gözleyin. Düzgün yolun sâhipleri kimdir, doğru yolda olan kimdir bileceksiniz.
(Tâha, 135)



 

Günün Hadis-i Şerifi
Allahım! Seni hamdinle tesbih ederim. Senden başka ilah olmadığına şehâdet ederim. Senden mağfiret diliyorum, Sana tevbe ediyor (af taleb ediyorum).
(Tirmizi, 2329)

 

Günün Sözü
Şu mübarek cuma günün bereketlerini, rahmetlerini, nimetlerini Cenâb-ı Hak sizlere nasib eylesin, ihsân eylesin...
Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN (Rh.A)
 


--
http://groups.google.com.tr/group/iskenderpasalilar

http://groups.google.com.tr/group/islamiyetvetasavvuf

http://groups.google.com.tr/group/islamvebilim

http://groups.google.com.tr/group/cilehane


http://groups.google.com.tr/group/muslumanfizikci
http://groups.google.com.tr/group/fizik_ci
http://groups.google.com.tr/group/kuantumcu
http://groups.google.com.tr/group/islamicizgiflim
http://groups.google.com.tr/group/kadinveaile
Not:İstediğinize katılmak için url lere tıklayın...

--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 
Cuma, Nisan 28, 2006
  [islami-hassasiyet] İbrahim Karagül sorularımızı cevapladı!

İbrahim Karagül soruları cevapladı!

İbrahim Karagül, ABD'nin İran'a saldırmasıyla birlikte Türkiye ve Pakistan için çöküşün başlayacağını savunduğu bugünkü yazısıyla ilgili sorularımızı yanıtladı…

ABD'nin planının gerçekleşmesi kaçınılmaz mı? Bölge ülkelerinin yapabileceği hiçbir şey yok mu? Irak diye bir devlet olmayacaksa, ne veya neler olacak? Türkiye, yaklaşan sonuna karşı bir hamle yapamayacak mı?...

İBRAHİM KARAGÜL:

"TÜRKİYE OLACAKLARI GÖRÜYOR AMA NE YAPABİLECEĞİNİ BİLMİYOR"

İbrahim Bey, bugünkü yazınızda (İran'a Saldırı, Türkiye'nin Çöküşü, Birleşik Kürdistan) "ABD'nin İran'a saldırmasıyla birlikte Türkiye'nin çküşü de başlayacak" diyor ve ABD politikasını ayrıntılı biçimde anlatıyorsunuz. Bu çok yakın felaketi Türkiye'de gören kimse yok mu? Türk yönetimi durumdan habersiz mi?

Türkiye'de bunu gören çok insan var ama ne yapacaklarını bilmiyorlar. Türkiye İran'ın çözülmesinin kendi çözülüşü anlamına geldiğini görüyor. İran'ın çözülmesi demek, önce İran'daki Kürtlerin koparılması demektir, çünkü ilk örgütlü yapı o olacaktır. Amerika oradaki örgütlerin yerine yeni örgütler kurdu, eğitiyor ve İran'a saldırtıyor. Daha geçenlerde 20 küsur tane İran askerini öldürdüler. Bir de, Sünni ve Arap bölgeler kopacaktır.

Tabii bunun olmayacağını düşünenler de var. Türkiye'de beli çevreler Türk-Amerikan ilişkilerine çok güveniyor. Yani 1950lerden beri çok köklü ilişkilerimiz var, diyorlar. Hattâ bu çevreler Amerika'nın Ortadoğu'daki "temizlik" harekatının sonuç itibariyle Türkiye'nin lehine olduğunu düşünüyorlar. Bu kadar "idealist" düşünenler de var. Türkiye'nin geleceğin Ortadoğu ve Avrasya'sına yönelik ABD politikalarından farklı orijinal stratejileri maalesef yok.

İran, Türkiye ve Suriye bu konuda bir şey yapmıyor mu?

Türkiye güneydoğuya yığınak yaptı Aynı şekilde İran da, Suriye de yığınak yaptılar. İran ırak topraklarına topçu ateşiyle saldırılar yapıyor, belli merkezleri füzelerle vuruyor….

Bir işbirliği başladı yani?

Bölge ülkeleri senaryoyu görüyorlar. Gerçeklemesini istemiyorlar da tabii. Ama Türkiye'nin de Suriye'nin de İran'ın da buna kalıcı çözüm projesi yok. Sadece dar anlamda güvenlik projeleriyle, güvenlik önlemleriyle cevaplar veriyorlar. Lakin ileriye dönük, kalıcı çözüm getirmesi mümkün değil bunların.

Türkiye ABD'den sürekli olarak PKK konusunda yardım istiyor ama alamıyor. Sebebi bu proje herhalde?

Evet, Amerika ile Türkiye arasında PKK pazarlığı yapılıyor, Türkiye diyor ki "PKK'yı tasfiye edin". Amerika'nın lehine bu aslında, ama ABD şu anda bunu yapmıyor , PKK'yı yedekte tutuyor, bir şekilde ilerde kullanabilirim diye. Tasfiye etse, Türkiye'yle işbirliği yapsa bile bunun ABD'nin planlarına hiçbir zararı olmayacak, çünkü ABD Kürt politikasını PKK üzerinden düşünmüyor zaten. Önceden beri de düşünmüyordu.

Türkiye açısından da düşünelim. PKK tasfiye olsa ne olacak? Kürt milliyetçiliği dizginlenebilecek mi? Hayır. Hiçbir etkisi olmayacak. Sadece kısa vadeli, terör anlamında konjonktürel başarılar elde edilecek. Ama uzun vadeli hesaplara bakarsak, Kürt milliyetçiliği bölgedeki üç ülkeyi de çok ciddi biçimde sarsacak. Çünkü çok ciddi uluslararası destek görüyor.

Artık Irak diye bir devlet olmayacak diyorsunuz. Ama bir yandan da Irak'ta bir hükümet kurma çalışmaları sürüyor. Cumartesi günü yeni bir başbakan bile belirlendi?

Artık böyle bir devlet olmayacak. Bunu kesin olarak söylüyorum. Bunlar geçici şeyler. Dikkat edin, Irak'ta siyasi tarafların, yani Şiilerin, Sünnilerin, Kürtlerin Bağdat'ta merkezi güçlü bir otorite kurmaya dönük hiçbir çabası yok; bütün çabalar Bağdat'ı zayıflatmaya yönelik. Ne merkezi bir Irak ordusu, ne de hükümet istiyorlar. ABD 1991'de Saddam'ı devirmediyse, bunun tek nedeni de bölgenin buna hazır olmamasıydı. Irak'ta da bugün bir zamana oynama var. Kuzey Irak için, güneydeki yeni Şii devleti için ortam henüz hazır değil. Bunun için işler sürüncemede bırakılacak, bu belki birkaç yıl devam edecek.

Peki ne olacak? ABD planını gerçekleştirecek mi? Bu kaçınılmaz mı? Hiç ümit ışığı yok mu?

Ümit ışığı var. Ben ABD'nin İran planlarının başarısız olacağını düşünüyorum. Çok ciddi biçimde. Çünkü Irak'ta sadece Sünnilerden aldığı darbe bile ABD'nin imajını sarstı, Ortadoğu'daki hareket kabiliyetini azalttı. Ortadoğu'daki ABD yanlısı ülkeler bile şimdi Çin'le, Rusya'yla, AB'yle ekonomiden savunmaya kadar köklü ilişkiler geliştirme ihtiyacı duydular. İran'ın direnci ABD'nin Ortadoğu politikalarını tersyüz edebilecek diye düşünüyorum. Bir de bölgenin genel refleksini küçümsememek lazım Hâlâ küçümsüyoruz. Ortadoğu'nun genelinde var olan ABD'nin bölge politikalarına tepkilerin giderek örgütleneceğini, başka güçlerin ortaya çıkacağını düşünüyorum. Tabii bu uzun bir mücadele. Irak en basit hedefti. Buna rağmen Irak belki 10 yıl daha durulmayacak. Merkezi bir Irak olmayacak, büyük çatışmalar olacak. Bakın Kerkük'te biz Kürtlerle Türkmenler çatışacak diyorduk, ama Şiiler silahlı güçler göndermeye başladılar. Belki de Kerkük'te Şiilerle Kürtler savaşacak. Amerika'nın bölgedeki müttefiki Şiiler İran'a saldırıda ABD'ye yüz çevireceklerdir. Bölgedeki senaryolar her an değişebilir. İran'a karşı senaryo netleştiğinde, ABD'ye karşı güçlü bir direncin ortaya çıkacağını tahmin ediyorum.

Şu halde ABD İran'a karşı bir saldırıya girişemeyebilir de mi?

Girişemeyebilir, girişse de fiyaskoyla sonuçlanma ihtimali yüksek.

Türkiye'nin bölge ülkeleriyle kurabileceği ittifakların bu konuda hiç mi rolü olmaz?

Türkiye, Suriye ve İran ABD'ye karşı açıktan işbirliği yapamazlar, güçleri yetmez buna. Ama Kuzey Irak merkezli güvenlik işbirliği var, bunu genele yaymaları ise zor.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---

 

ARCHIVES
Kasım 2005 / Aralık 2005 / Ocak 2006 / Şubat 2006 / Mart 2006 / Nisan 2006 / Mayıs 2006 / Haziran 2006 /


Powered by Blogger