islami hassasiyet
Salı, Haziran 06, 2006
  {islami-hassasiyet}::{ 2476 } ZANDAN KAÇININ
49-Hucurat suresi

ZANDAN KAÇININ

Ayet yüce Allah'ın ölçüsündeki gerçek değerleri ima ettikten, kardeşlik duygusunu harekete geçirdikten, hatta bir tek kişilikte bütünleşme bilincini vurguladıktan sonra imanın anlamını ele alıyor ve mü'minleri bu şerefli niteliği yitirmemeleri için uyarıyor. Alaya alma, ayıplama ve lakap takma gibi hareketlerle imandan sapmamaları için onların dikkatini çekiyor. "İnandıktan sonra fasık olmak ne kötü bir addır." Bu iman ettikten sonra dönmek gibi bir şeydir. Sonra ayet bunu zulüm kabul ederek onları tehdid etmektedir. Zulüm kelimesi bilindiği gibi şirki ifade eden terimlerden birisidir. "Kim tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir." İşte ayet, bu üstün ve şerefli topluma ruhsal terbiye kurallarını böylece yerleştiriyor.

 

12- Ey inananlar! Zandan çok sakının. Zira zanların bir kısmı günahtır. Birbirinizin gizli şeylerinizi araştırmayın; biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz. O halde Allah'tan korkun, şüphesiz Allah, tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir.

Bu ayet ise, şerefli ve üstün olan toplumda kişilerin haysiyeti, özgürlükleri ve kişilikleri etrafında bir başka dokunulmazlık duvarı daha örmektedir. Bu duvarı ayet, onlara duygularını ve vicdanlarını nasıl temizleyeceklerini etkileyici ve akıllara hayret verecek bir üslup içinde öğretirken örmektedir.

Bu ayet surenin genel örgüsüne uygun olarak, şu sevimli sesleniş ile başlamaktadır. "Ey inananlar" Sonra ayet, bu üstün toplumun fertlerine birçok zandan kaçınmalarını emretmekte ve başkaları için içlerinde doğan zan, şüphe ve kuşkuya kendilerini kaptırmamalarını istemektedir. Kutsal ayet bu emrin sebebini "Zira zanların bir kısmı günahtır." şeklinde açıklamaktadır. Buradaki yasak zannın çoğuna yönelik olup kural olarak bazı zanlar günah olduğuna göre, bu ifadenin insanın ruhuna bıraktığı ilham kötü zandan tamamen kaçınılmasıdır. Çünkü insan hangi zannın günah olacağını bilemez.

Kur'an-ı Kerim vicdanlara kötü zanla kirlenip de günaha girmemesi için böylece temizler. Ve vicdanı her türlü düşünce ve kuşkudan temiz kılıp uzak tutarak yaratıldığı gibi bembeyaz lekesiz bırakır. Böylece o vicdanın sahibi din kardeşlerine kötü zannın yıpratamıyacağı bir sevgi besler, şek ve şüphelerin kirletemeyeceği bir duruluk kazanır, endişe ve beklentilerin bulandıramayacağı bir iç huzuru kazanır. Kötü zanlardan arınmış bir toplumda yaşamak ne kadar huzurludur!

Ancak ne varki, bu durum islamda, bu parlak ve şerefli noktada, yani vicdanların ve kalplerin eğitimi noktasında kalmaz. Aksine bu ayet, insanların birbirleri ile ilişkilerinde uyulması gereken bir prensip getirirken, islamın tertemiz toplumunda yaşayan insanların hakları çevresinde de bir koruma duvarı örer. Dolayısı ile bu toplum da kişiler bir töhmetten dolayı cezalandırılmazlar, bir şüpheden dolayı yargılanmazlar ve insanların yargılanmalarında zan asıl temel dayanak olamaz. Hatta, zan, insanlar hakkında ya da çevreleri üzerinde kovuşturma için bile gerekçe olamaz. Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- : "Bir zanda bulunduğun zaman kovuşturmasını yapma" buyurur (Bu hadisi, Harise b. Numan kanalı ile rivayet eder). Bunun anlamı, insanlar sorguya çekildikleri şeyi işledikleri açıktan açığa ortaya çıkan kadar suçsuz, hakları ve özgürlükleri dokunulmaz kabul edilir demektir. Ve yine, insanların çevrelerinde dönüp dolaşan zannı kovuşturmak gayesi ile takip edilebilmesi için zan yeterli gerekçe değildir.

İnsanların haysiyetlerini, haklarını, özgürlüklerini ve şereflerini korumada bu ayetin ulaştığı boyuta hangi sistem ulaşabilir? Acaba demokrasi, özgürlük ve insan haklarını korumada gözleri kamaştıran en güzel ülkenin bu uğurda varmış olduğu son nokta, Kur'an-ı Kerim'in iman edenlere bu çağırısı yanında hangi seviyeye ulaşabilir? Nitekim islam toplumu gerçekten bu prensip üzerine kurulmuş ve bu toplum bu prensibi önce vicdanında gerçekleştirmiş sonra da hayata geçirmiştir.

Sonra yüce Allah toplumun garanti altına alınması ile ilgili olarak zanlardan kaçınma ile ilintili bir başka prensibe geçiyor. "Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayınız."

Kusur araştırmak, kötü zannı izleyen bir hareket olabileceği gibi, onunla ilgisi olmadan başlıbaşına eksikliği ortaya çıkarmak ve insanın kötü durumlarını öğrenmek için yapılabilir.

Kur'an-ı Kerim, ahlâkın ve kalplerin temizliği hedefine uygun olarak bu aşağılık harekete ahlâki yönden karşı koyuyor ve böylece başkalarının kusurlarını araştırmak ve fenalıklarını ortaya çıkarmak gibi aşağılık yönelişlerden kalpleri temizlemeyi hedef ediniyor.

Fakat bu mesele, etkisi açısından bundan daha uzak boyuta sahiptir. Bu aslında, islamın sosyal sisteminde, yasama ve yürütme sisteminde uyguladığı ana prensiplerden birisidir.

Elbette ki insanların, hiçbir durumda çiğnenemez ve hiçbir halde dokunulamaz özgürlükleri, dokunulmazlıkları ve haysiyetleri vardır.

Şerefli ve yüce islam toplumunda insanlar canları, yuvaları, sırları ve ayıplarından emin olarak yaşarlar. Hangi gerekçe ile olursa olsun, insanların can, konut, gizli sırlar ve ayıp dokunulmazlığı çiğnenemez. Hatta bir suçu izleme ve kovuşturma izni islam düzeninde insanların ayıplarını araştırmak için bahane olamaz. Herkes dış görünüşüne göre değerlendirilir. Dolayısı ile insanların içlerini kimsenin araştırmaya hakkı yoktur. İnsanlar, ancak ve ancak dışa vurdukları suçlar ve aykırı davranışları nedeni ile cezalandırılırlar. Hiçbir kimsenin birisi hakkında zanda bulunmaya, tahmin yürütmeye hatta insanların gizlice herhangi bir yasak hareketi yapıp yapmadıklarını öğrenmeye ve bunun için onların ayıplarını araştırmaya ve onları yakalamaya hakkı yoktur. Yapabilecek tek şey vardır: O da suçlunun suçu işlediği ve bunu açığa vurduğu zaman, her suç için islamın getirdiği ve belirttiği diğer garantiler eşliğinde cezalandırılmasıdır.

Ebu Davut anlatır: Bize Ebu Şeybe oğlu Ebu Bekir, ona da Muaviye, ona A'meş Vehb'in oğlu Zeyd'den naklederek haber verir: Bir adam İbni Mesud a getirilir. Ona: "Şu adam filancadır. Sakalından şarap damlıyor" derler. İbni Mesud der ki: "Bizlere, başkalarının kusurunu araştırmak yasak edildi. Eğer bir kişi suçunu açığa vurursa onu cezalandırabiliriz "

Mücahid de "Birbirinizin gizli şeylerini araştırmayın" ayetini, sizler için açığa çıkanı alın, Allah'ın örttüklerini bırakın demektir diye açıklar.

İmam Ahmet Ukbe'nin katibi Düceyn'den nakleder: Düceyn Ukbe'ye der ki: "Bizim şarap içen komşularımız var. Ben polisi çağırıp bunları yakalatacağım." Ukbe: "Böyle davranma, onlara öğüt ver ve tehdit et onları" der. Düceyn öyle yapar fakat komşuları şarap içmekten vazgeçmezler. Bunun üzerine Düceyn yine Ukbe'ye gelir ve "Ben onları içki içmemeye çağırdım fakat vazgeçmediler. Ben polis çağıracağım, onları yakalasın der. Bunun üzerine Ukbe: "Yazıklar olsun sana. Sakın yapma! Çünkü ben Resulullah'ın şöyle dediğini işittim: "Kim bir mü'minin ayıbını gizlerse, sanki diri diri toprağa gömülmüş bir kızı diriltmiş gibi olur"

Süfyan es-Sevri Sa'd oğlu Raşid'den, o da Ebu Süfyan oğlu Muaviye den nakleder. Muaviye der ki: Ben Peygamber'i şöyle derken işittim: "Eğer,sen insanların ayıplarını araştırırsan onları bozmuş ya da bozmaya yaklaştırmış olursun." Ebu'd-Derda der ki: "Hz. Muaviye'nin duymuş olduğu bu sözden yüce Allah kendisini faydalandırsın."

İşte ayet, islam toplumunun temel sisteminde yer almak için yolunu tutmuş ve sadece vicdanları süslemek ve kalpleri temizlemekle kalmamış, aksine insanların dokunulmazlıkları, hakları ve özgürlükleri etrafında bir koruyucu duvar olmuştur. Artık onlara yakından veya uzaktan herhangi bir bahane veya perde altında dokunulamamıştır.

Bu ileri görüşlülük ve yüksek ufuk nerede? Bindörtyüz sene sonra, dünyanın demokraside, özgürlükte ve insan haklarını korumada en ileri olan ülkesi nerede?

Bundan sonra, Kur'an'ın eşsiz bir şekilde ortaya koyduğu hayret verici bir üslup içinde dedi-kodu yasaklanması geliyor:

"Biriniz diğerinizi arkasından çekiştirmesin. Biriniz ölmüş kardeşinin etini yemeyi sever mi? İşte bundan iğrendiniz: '

Birbirinizi çekiştirmeyiniz. Sonra yüce Allah öyle bir sahne sunuyor ki bizlere, en kaba gönüller ve en az duyarlı ruhlar bile bu sahneden, çekinir ve tiksinir. Bu sahne kardeşinin etini yiyen bir kardeşin tablosudur... Ölü kardeşinin eti... Sonra yüce Allah, onlardan önce davranarak, tiksinti uyandıran bu hareketten onların hoşlanmadıklarına göre çekiştirmekten de hoşlanmıyacaklarını ediyor.

Ayette insanlara yasak etmiş olduğu kötü zan, ayıp araştırma, dedi-kodu takva duygusunu coşturma ile, bu gibi günahlardan işleyenlerin rahmet arzusu ile derhal tevbeye koşmalarını tavsiye izliyor. "Allah'tan korkun. Şüphesiz ki Allah tevbeyi çok kabul eden, çok esirgeyendir." Bu ayet de, müslümanlar topluluğunun hayatına nüfuz ediyor ve insanların dokunulmazlığı etrafında bir duvara kalplerde ve gönüllerde de derin bir edeb kuralına dönüşüyor. Bu dedi-kodu konusunda Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- da Kur'an'ın iğrenç gıybetin görüntüsünden korku, tiksinti uyandırmada akıllara durgunluk veren üslubuna uygun olarak çok titiz davranırdı.

Ebu Davud'un naklettiği bir hadiste, Ka'nebi'den, o Muhammed oğlu Abdulaziz'den, o Ala'dan, Ala babasından, babası da Hz. Ebu Hüreyre'den şu hadisi nakleder: Peygamber'e "Gıybet nedir ya Resulallah?" diye sorulur. Resulullah "Gıybet din kardeşini hoşlanmıyacağı bir şeyle anmandır" deyince, peki "Ya söylediğim nitelikler kardeşimde varsa?" diye sorulunca, Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- "Eğer söylediğin nitelikler onda varsa onu gıybet etmiş olursun, eğer söylediklerin onda yoksa, ona iftira etmiş olursun" buyurur. (Bu hadisi Tirmizi rivayet eder ve sahih olduğunu bildirir)

Ebu Davut, Müsedded, Yahya, Süfyan, Akmar oğlu Ali, Ebu Huzeyfe, Hz. Ali senet zinciri ile şu hadisi bizlere nakleder: Hz. Aişe der ki: Resulullah'a "Safiyye'nin şöyle şöyle olması sana yeter" dedim. (Müsedded'in rivayetine göre boyunun kısalığını kastetmişti) Bunun üzerine Resulullah "Öyle bir söz söyledin ki, şayet denizin suyuna karıştırılsa idi onu bulandırırdı" buyurur. Hz. Aişe der ki: Resulullah'a birisini anlattım da bana dedi ki: "Başıma şu şu hallerin geleceği tehdid edilirken bir başka insanın durumundan söz edilmesini sevmem."

Yine Ebu Davut, Malik oğlu Enes'ten nakleder ve der ki: Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- der ki: "Miraca çıktığım gece, bakırdan tırnakları olan ve yüzlerini göğüslerini tırmalayan bir topluluk gördüm. "Bunlar da kim ey Cebrail?" dediğimde, bana "Bunlar insanların etlerini yiyen ve haysiyetlerine dil uzatanlardır" dedi."

Maiz ve Gamidiye, birlikte zina ettiklerini itiraf edince, bu suçlarını hiçbir zorlama olmaksızın kendi arzuları ile ikrar edip Resulullah'a kendilerini temizlemesi için direttiklerinde, Resulullah da onları recm ederek idam eder. Sonra Peygamber birisinin, arkadaşına: "Gördün mü şu Allah'ın günahını örttüğü, fakat nefsini köpekler gibi recm edilmesine yol açtığı kimseyi?" dediğini işitir. Resulullah bir süre yürüdükten sonra, bir merkep leşine rastlar ve "Filanca ile filanca neredeler?" diye sorar. Sonra bu kişilere, "İninde şu merkep leşinden yiyin bakalım" der. Onlar: "Allah bağışlasın seni ey Allah'ın Resulü. Hiç yenir mi bu?" deyince, Resulullah "Biraz önce kardeşinize yaptığınız hakaret bunu yemekten daha beterdir, kudret eli ile yaşadığım yüce Allah'a yemin ederim ki, onlar şu anda, o cennet ırmakları içerisinde yüzüyorlar" der. (İbni Kesir tefsirinde rivayet eder ve isnat zinciri için sahihtir der)

İşte böyle değişmez, sürekli bir tedavi ile islam toplumu temizlenmiş ve yücelmiş ve bulunmuş olduğu noktaya yeryüzünde yürüyen bir düş, tarihin koynunda gerçekleşmiş bir ideal olma noktasına ulaşmıştır...

İman edenlere yapılan bu tekrar tekrar seslenişlerden, onları sosyal ve psikolojik eğitimin yüce ve parlak ufkuna yükselttikten sonra... İnsanların haysiyetleri, özgürlükleri ve dokunulmazlıkları etrafında güçlü garanti duvarlarını ördükten sonra... Ve bütün bunları da onların ruhlarında harekete geçirilen "duyarlılık" ve yüce Allah'ı O'nun korkusunu bilme ile garanti altına aldıktan sonra... Kur'an-ı Kerim, bu yüce ufka kurmuş olduğu şu basamaklardan sonra, renk renk ve cins cins insanlığın tümüne seslenerek, onları bir tek kök ve bir ölçüye bağlıyor. Ki bu yüce ufka yükselen bu seçilmiş insan topluluğu bu bir tek kök ve tek ölçü üzerinde durmaktadır.

 

13- Ey insanlar, biz sizi bir erkek ve bir kadından yarattık ve birbirinizi tanımanız için sizi milletlere ve kabilelere ayırdık. Allah yanında en üstün olanınız Allah'tan en çok korkanınızdır. Allah bilendir, haber alandır.

Ey insanlar! .. Ey değişik ırk ve renkten olan ve kabile ve halklara bölünmüş insanlar... Gerçekten sizler bir tek köktensiniz. O halde, parça parça olup birbirinizle çatışmayınız, dağılmayınız, birbirinizle çekişmeyiniz, birbirinizden ayrılıp gitmeyiniz.

Ey insanlar!.. Size bu seslenişle seslenen sizi yaratandır... Bir erkek ve bir dişiden... Sizleri halklar ve kabileler halinde yaratmasındaki amacı, sizlere bildirmektedir O. Bu amaç birbirinizin gırtlağına sarılma ve birbirinizle çatışma değildir. Bu amaç, sizin birbirinizle tanışmanız ve kaynaşmanızdır... Dillerin ve renklerin farklı oluşu, huy ve ahlâkların çeşit çeşit olması, kabiliyet ve yeteneklerin değişik değişik olması çekişme ve ayrılığı gerektiren bir ayrılık değildir. Aksine, tüm yükümlülükleri yerine getirmek ve bütün ihtiyaçları gidermek için yardımlaşmayı gerektiren bir unsurdur. Rengin, ırkın, dilin, vatanın ve bu değerlerden başka diğerlerinin yüce Allah'ın ölçüsünde hesaba katılacak bir değerleri yoktur. Ortada ancak ve ancak tüm değerlerin kendisi ile belirlendiği ve insanların üstün olup olmadıklarının kendisi ile bilindiği bir tek ölçü vardır. Bu ölçü: "Allah yanında en üstün olanınız O'ndan en çok korkanınızdır" Ölçüsüdür... Gerçek şerefli insan Allah katında şerefli olandır. Yüce Allah sizi bilerek ve tanıyarak kendi ölçü ve değerleri ile tartar. "Allah bilendir, haber alandır."

İşte böylece bütün farklar ve tüm diğer değerler, değerini kaybeder, düşer ve tek bir ölçü ve tek bir değerle yükselir. Ve insanlar muhakeme edilmek için bu biricik ölçüye başvururlar ve insanların ayrılıkları, ölçüde bu değere vurulur.

Ve işte böylece yeryüzündeki bütün çatışma ve düşmanlık sebepleri kaybolur, silinir. İnsanların üzerine titreyip sıkıca yapıştığı ve değer verdiği bütün yeryüzü değerleri işte böylece önemsizleştirilir. Ve insanların birbiri ile kaynaşması ve yardımlaşması için apaçık ve muazzam bir sebep belirir. Yüce Allah'ın herkes için ilahlığı ve hepsini bir tek kökten yaratmış olması... Bu beliren sebebin yanısıra, altında yer almak için herkesin birbiri ile yarıştığı bir tek sancak yükseliyor: Bu da yüce Allah adına yükselen takva sancağıdır. İslamın insanlığı ırkçılık taassubunun bölgecilik, kabilecilik ve aile taassubunun belalarından kurtarmak için diktiği sancak budur. Bu taassupların hepsi çeşitli boyalara girse de, çeşit çeşit isim alsa da cahiliyetten kaynaklanmıştır ve ona bağlıdır. Bunların tümü islamdan soyutlanmış, onunla ilgisi olmayan cahiliye tutkularıdır.

Gerçekten islam bütün kılık ve şekilleri ile bu cahiliyet taassubu ile mücadele etmiştir. İslamın bundan gayesi, tüm dünyayı kucaklayan ve insana yaraşır sistemini bir tek sancak altında kurmaktır. Bu birtek sancak Allah'ın sancağıdır... Yoksa ne milliyetçilik sancağıdır bu, ne de vatan, ne aile ve ne de ırk sancağı... Bütün bu sancaklar islamın tanımadığı sahte sancaklardır.

Nitekim Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- şöyle buyurur: "Hepiniz Hz. Adem'in çocuklarısınız. Hz. Adem de topraktan yaratılmıştır. İnsanlar ataları ile övünmeyi bıraksınlar yoksa, yüce Allah'ın katında pislik böceğinden daha değersiz hale gelirler."

Başka bir hadiste de Resulullah -salât ve selâm üzerine olsun- cahiliyet taassubunu yasaklayarak "Bırakın onu. O iğrenç bir leştir" buyurur.

İslam toplumunun üzerine oturduğu temel budur işte. İslam toplumu, insanlığın uçuşan hayalleri içinde karekterinden birini hayata geçirmek için çırpınıp durduğu halde bir türlü gerçekleştiremediği tüm dünyayı kucaklayan ve insana yaraşır bir toplumdur. Bu toplumu insanlık, ona giden doğru yolu, yüce Allah'a giden yolu tutmadığı için gerçekleştirememektedir. Çünkü insanlık toplayıcı, birleştirici bir tek sancağın, yüce Allah'ın sancağının altında biraraya gelmemektedir.


--~--~---------~--~----~------------~-------~--~----~
You received this message because you are subscribed to the Google Groups "islami-hassasiyet" group.
To post to this group, send email to islami-hassasiyet@googlegroups.com
To unsubscribe from this group, send email to islami-hassasiyet-unsubscribe@googlegroups.com
For more options, visit this group at http://groups.google.com/group/islami-hassasiyet
-~----------~----~----~----~------~----~------~--~---
 




<< Home

ARCHIVES
Kasım 2005 / Aralık 2005 / Ocak 2006 / Şubat 2006 / Mart 2006 / Nisan 2006 / Mayıs 2006 / Haziran 2006 /


Powered by Blogger